Şahin YILDIRIM

Şahin YILDIRIM

Yazarların, olgunluk dönemlerinde dünyaya, yaşama, bilime, felsefeye, sanata ilişkin fikirlerini ortaya koymalarını, bakış açılarını göstermelerini hep önemsemişimdir. Bir aydın olma sorumluluğu ve bilinci taşıyan her kişinin hiçbir kaygı, hiçbir tecimsel erek gütmeden düzyazılarını bir kitapta toplayıp okurun karşısına çıkmalarını ve 'Ey okur, ben buyum işte!' demelerini her okuyucunun takdirle karşılaması gerektiğini düşünürüm. Çünkü deneme, makale gibi düzyazı türlerinin bizde, nedense, okuyucusu pek azdır. Elbette nedenleri vardır; her okuyan da kendince bir mazeret koyabilir ortaya, kimsenin itibar etmeyeceğini de aklında tutarak. Öyle zannediyorum ki bu tür yazılan okumak zordur diğer türlere göre. Çünkü düşünme, karşılaştırma ve yeniden üretme gibi beyinsel bir etkinlik gerektirir. Bu etkinliğe alışmamış beyinlerin, kolaycılığı bir zekâ gösterisi sanan kimselerin, yazarların birikimli yıllarından süzülüp gelen görüşlerini algılaması, kavraması; bunun üzerine yeni üretim süreçlerine dahil olması beklenemez. Hal böyle olunca, "Türkiye gibi okuma alışkanlığı gelişmemiş bir ülkede birkaç bin basan bir kitap ne kadar "(s. 19) yankılanabilir ki?..

İşte, Kavram ve Slogan yirmi yılı aşkın süredir kalemini onurlu bir biçimde oynatan Erendiz Atasü'nün, o sözünü ettiğim birikimlerinden damıtılarak yazılmış ve çeşitli dergilerde, gazetelerde yayımlanmış; sempozyumlarda sunulmuş, bir bütünlük yaratacak yazılarının bir araya getirilmesinden oluşmuş, düşündürücü etkiler, izler bırakan dolu dolu bir kitap.

İÇERİKTEN...

Üç bölümden oluşan kitabın birinci bölümü 'siyasi yazılar'a; ikinci bölümü 'bilim ve felsefe'ye; son bölüm ise aramızdan ayrılan, kimi toplumsal yaşamımızda kimi de yazarın yaşamında derin izler bırakan aydınlara ayrılmış.

Kemalizm, laiklik, eğitim, kültür, Atatürk, kadın, demokrasi, cumhuriyet, düşünce özgürlüğü, hoşgörü, duyarlık, Menemen Olayı, "Maraş komşu kıyımı", iletişim teknolojisi, Amerikan sermayesi, açlık ve sefalet, 21. yüzyılın yalanları, işçi sınıfının islevsizleştirilmesi, doğanın yok edilişi, deprem, küreselleşme, kadercilik, sağlık, 11 Eylül saldırısı, Cumhurbaşkanına ve Başbakana açık mektuplar, Türkçe, üniversiteler, öğrenim harcı, Sinan Çetin'in filmlerinden Can Dündar'ın belgesellerine kadar geniş bir konu yelpazesi var Kavram ve Slogan'ın.

Bir de hiçbir gazetenin yayımlamadığı yazılar var kitapta. Onları okuyunca "niçin" sorusunu soruyorsunuz; bu sorunun yanıtı ne yazık ki yok.

Cumhurbaşkanlarından Turgut Özal'ın dramatik ölümü üzerine yazılmış yazı da hayli ilginç. Koca Köşk'te Cumhurbaşkanı ölüyor; ilk müdahale vasat bir sağlık ocağı düzeyine bile ulaşamıyor. Yazar açısından onun ölümü kadar bıraktıkları da önemli. Sonuçta, "Askeri darbe sivilleşirken, ipleri ele geçiren küçük adam ölmüş ama yaşam felsefesi ülkenin sinir sistemine işlemişti(r) bir kere." *

Kavramlar zamanla aşınabiliyor. Hele bu kavramlar slogan haline geldiyse içi tamamen boşalıyor. Sloganlaşan kavramlar ne denli insani, insana özgü, insan için vazgeçilmez olursa olsun zamanla içine değil dışına; yani, sessel özelliğine takılıp kalıyor aklımız. Düşünün bir kere; spor karşılaşmalarında, herhangi bir yarışmada, siyasal gösterilerde, politikada hemen herkes aynı sözleri (sloganları) haykırıp durur. Acaba, o haykıranlardan kaçı, boğazını yırtan sözcüklerin anlam derinliklerine inebilmiştir, inebiliyor? Kavram ve sloganı ayırt etmenin gerekliliği ortada.

BELLEĞİN BELLEĞE ÜSTÜNLÜĞÜ

Atasü, bellek yoksunu sanatçıların yanıldıklarını er geç anlayacaklarını; yanılgılarını hiç değilse birilerinin anımsatacağını, bu yapıtı ortaya koymakla birebir anlatıyor, kanıtlıyor. Onları silkeleyerek kendine getirmeye çalışıyor. Bellek yitimine uğramışlara kendi belleğini yoklayarak sesleniyor. Bir bakıma belleğin belleğe üstünlüğü... Bunda ne kadar başarılı olacaktır, zaman gösterir. Sanatçılar, aydınlar adına, kendisini de içine katarak, bir özeleştiri yapıyor. Bu kimliği sahiplenen her insanın bu özeleştiriyi cesurca yapmaya yanaşmaktan çekinmemesi, korkmaması gerekliğini "yaparak" gösteriyor Erendiz Atasü.

Toplumsal bellek yitimi, bellek zayıflığı, ne yazık ki toplumları aynı hataları yapmaya götürüyor. Öyleyse "Şimdi biraz belleğimizi zorlayalım. 1980 öncesinde, Cavit Orhan Tütengil, Ümit Kaftancıoğlu, Bedrettin Cömert gibi bilim ve sanat insanı olmaktan öte bir 'suçu' bulunmayan değerler, faşizan teröre kurban edilirken, öğrenci yurtlan ve kahveler makinelilerle taranırken, bırakınız aydınları ve sanatçıları, ortalama zekâsı ve duyarlığı olan herhangi bir yurttaşın omuz silkip"(s. 14) bana ne, demesi beklenebilir miydi? "1980'li yıllarda sıradan bir yaşamı sürdürmenin ya da sürüklemenin kahramanca ölmekten zor olduğunu" (s. 16) öğrenen, bu öğrenme süreciyle başkalarının acılarına duyarsızlaşan insanların yeniden harekete geçip, o boşaltılmış kavramların içini doldurması gerekmez mi?.. Ama, "insan tekinin evrensel ve ebedi sorunlarını dile getirme isteğiyle tutuştuğumuz zaman ise soyutlamalara" gideriz, (s. 17) insan niçin yapar bu soyutlamayı? Çünkü, "Kişinin düşünsel becerileri geliştikçe, soyutlama yeteneği de gelişiyor. Ancak temelde, beynimizin böyle bir işlevi olduğu için soyutlama yapabiliyoruz. Efsaneyi bilirsiniz, mitoloji kahramanı Narcissus suda kendi yansısını görür, anlamaz, ona âşık olur! Gerçekten anlamaz mı acaba?.. Psikoloji ve psikiyatri pek öyle düşünmüyor... insanoğlu ve insankızı suda gördüğü yansının kendi yüzünün hayali olduğunu keşfettiği an soyutlamayı da gerçekleştirmiştir. Hayatı sadece kendisine dokunduğu ölçüde algılayabilen kişide soyut düşünme özelliği yok değildir; sadece uykudadır."** Kavram ve Slogan bunu da anımsatma görevini üsdenmiş bir yapıt.

Belleği ve sezgisi zayıf biri nasıl sanatçı olabilir? "Sezgi... Sanatsal bilimsel yaratıcılığın temel taşı. Bireyin içsel dünyasına, kendi doğasıyla ilişkisine inebilen ve dışsal dünyasına, bireyin toplumla ve varlığının dışındaki doğayla ilişkisine uzanabilen sezgi..." (s. 11 )den yoksun olan sanatçı olamaz. Biliriz ki, "Hepimizin, tam da dilimizin ucunda deyip de söyleyemediklerimizi kağıda, tuvale, film şeridine döken insandır sanatçı. Ve sanat yapıtı bireyin içsel dünyasını, oradaki temel insan duyarlıklarını iletebildiği ölçüde evrenselleşecek, kalıcılık kazanacaktır." (s. 12)

Yazarın, Bir Yaşdönümü Rüyası (Can Yay), Uçu (Bilgi Yay, Can Yay), Taş Üstüne Gül Oyması (Bilgi Yay.) ve Dağın Öteki Yüzü (Bilgi Yay.) adlı yapıtları okunduğunda burada söylediklerinin daha derinlemesine kavrandığı görülecektir. Bir sanatsal yaratı içsel dünyadan, bellekten, sezgiden, belgeden, tanıklıklardan yoksun kaldığında ortaya çıkan ürün sakat olur.

Belleksizliğimizin nedenlerini irdelemeye, buna ilişkin, yanıtlarını da az çok içinde barındıran sorular sormaya, insanları bu konuda aydınlatmak için elinden geleni yapmaya çalışıyor Erendiz Atasü. Belleksizliğimizin temel nedenlerinden biri olarak, "bilimsel düşünceye ve davranışa yabancılığımız"! gösteriyor.

ANIMSATMALAR VE ZİHNİYET SORGULAMASI

Belleğimizin zayıf olduğu noktasında yazara hak vermemek elde değil. "2 Temmuz Sivas şeriatçı ayaklanmasını" (Sivas olmalıydı) kaçımız temmuz ayı gelmeden anımsıyoruz? Kaç politikacıya, siyaset adamına ders oldu bu gerici ayaklanma veya kim ne kadar ders çıkardı bundan kendine? O ateşten (Sivas kıyımı) birkaç gün önce ve ateş günü Sivas'ın yerel televizyon kanalı SRTnin yorumlan, haberleri, söyleşileri; yerel gazetelerin haberleri ve posta kutularına elden bırakılan yazılar acaba yeterince izlendi, gere| gibi incelendi mi? Gerici kalkışmayı körükleyeı her türlü yayım yeni baştan irdelendi mi? "Sivas'ta akan kan, derin bir sızı gibi oymaktadır kolektif vicdanı; kuşkunuz olmasın." (s. 12)

Ya da belleğinizi tazelemeniz açısından "Dünya üzerinde ABD hegemonyasının" (s.34 ne akıl almaz sonuçlar doğurduğunu, doğuraca ğını da düşünün... Yaşadığımız gezegenin "tel kutuplu olmaya" gitmesinin korkunçluğu orta da... "Sözde turfanda, gerçekte yüzyıllarca ba yat Teni Dünya Düzeni'nin bebek yüzlü patronu William Clınton ve afacan görünüşlü başyardımcısı Anthony Blair (yazar Bili ve Tony demeyi reddediyor) canice bir plan uygulayarak komşumuz Irak halkını açlığa ve sefalete mahkûm ettiler." (s. 135) Bugün için Clinton gitmiş, ondan daha azılı Bush gelmiştir. Dünyanın jandarması kesilen bu adamların bir insanlık suçu işledikleri bunu yineledikleri herkesçe biliniyor ama kimsenin elinden bir şey gelmiyor. (?) Avrupa'nın sözü geçer(?) ülkeleri, Birleşmiş Milletler nedense, saklambaç oynayan küçük çocuklar gibi saklanıyor, sobe olmamak için yine çocuk ağzıyla saklandığını gizlemeye çalışıyor; "Ben kapının arkasında değilim!" diyor. Ama kendilerinin çocuk yanılsamalarının herkeste olduğunu sanmak gibi bir yanılgı içinde olmaktan da geri durmuyorlar. Ya da işlerine böyle geliyor. Bu görünüm karşısında dünya basını, özellikle de Türk basını (Bu aymazlığın nedenini bilen bir adım ileri çıksın, lütfen) savasın o vahşi yüzünü belleklerimizden silip atmak için yırtınırcasına uğraşıp durmadılar mı?.. "Savaş çığırtkanlığı, savaşa eğilimli şiddet yanlılarını cesaretlendirmekten başka neye yara"dı? (s.137)

Kitapta, üzerine söz söylenen konular merkeze oturtulmuş gibi görünse de gerçekte çok daha kapsayıcı; kökenler, derinlikler üzerine giden eleştiriler yapılmıştır. Sözgelimi, öldürülen gazeteci Metin Göktepe ile ilgili yazıda Metin'den çok kurumlar, değer yargılan, insan gövdesi, adalet, tıp, yaklaşım, suç gibi kavramlar irdelenerek olayla bağıntı kurulmuştur. Denilebilir ki, yazılarda genel olarak zihniyetimizin sorgulanması yapılmıştır.

ATATÜRK... TÜM DÜŞLERİN SİMGESİ

insanımız doğruyu pratiğe(eyleme) çevirme yoksuludur. Kayıp, tam da bu noktadan başlıyor, işte, Atatürk'ün bıraktığı doğrularda da aynı şeyi yaşamaktayız. Onun neyi simgelediğini kavramakta güçlük çekiyoruz. Ulusumuzun, Mustafa Kemal'in sadece gerçekleşmiş toplumsal düşlerimizin değil; aynı zamanda, "henüz gerçekleşmemiş toplumsal düşlerimizi simgelediğinin bilincine varması" gerekir, (s.40) Bunun gerçekleşmesine yardımcı olacaklar da yine bu ulusun aydınlandır. Fakat son yirmi yılda(bunu isteyen daha geriye götürebilir) iktidara gelenlere şöyle bir bakınca, "kitlesel bilinçsizliğin dışavurumu"nu(s.43) görmemek olası değil. Hangi aday(lar) var ki, içi bos kavramlarla, sloganlarla, vaatlerle seslenmeyip büyük çoğunluğun oyunu almış!.. Bu durum bilinçsizlikte bunalan insanımıza aydınlarımızın pek de yardımcı olmadığını göstermiyor mu? Bu konuda siyaset bilimcilerine, politikacılara da sorumluluklar düşmektedir. O yüzden yazar siyasi partilerle, siyasetçilerle ilgili düşüncelerini; oradaki sorunlara iliş , kin çözüm önerilerini de anlatmış yazılarında.

YAZILARDA GÜNCELLİK

Kavram ve Slogan'ın en eski yazısı 1985 yılına, en yenisi de 2003 yılına ait. Şimdi, "Çapsız, sorumsuz yöneticilerin elinde (ise) din duygularının bağnazlığa, ulusçuluğun şoven ırkçılığa, sosyal devletçiliğin 'kârperestliğe' kayması, Atatürkçülüğün yozlaşması çok kolay, neredeyse kaçınılmaz" (s.44)satırlannı okuyunca 1994 yılına ait bir yazı olduğunu iddia etmekte kim zorlanmaz? Peki, "Mustafa Kemal Atatürk'ün özenle kurduğu laik yapılanmanın, ilmek ilmek çözüldüğüne tanık olmaktayız. Önce eğitim birliğine müdahale edilerek genç kuşaklan yetiştirme gücü ve geleceğin potansiyeli dinci eğitim kurumlanna teslim edilmiş.. ."(s.109) satırlarını birkaç gün önce yayımladı Erendiz Atasü, desem; inanmamakta güçlük çeken çıkar mı? Ne üzücü ki bu saptamalar 1996'da bir sempozyumda sunulmuş. Aradan onca zaman geçmesine karsın niçin bunlar var veya yazar bunları nereden biliyordu? Bu bir yazar önsezisi mi? Bakınız Erendiz Atasü bu soruya nasıl karşılık veriyor: "Öyle diyelim isterseniz. Aslında yanılmış olmayı dilerim. Ancak Türkiye'yi ve dünyayı kafalardaki hayallere ve kimi kesimlerin çıkar beklentilerine göre değil de gerçeklerle dürüstçe yüzleşerek inceleyen herkes, durumun parlak olmadığını teslim edecektir. Önsezi filan değil bu. Dünya, savaşma biçiminin terör olduğu yaygın bir çatışmaya sürükleniyor. Avrupa Birliği bir uygarlık projesi filan değü, kendi içinde bencil hiyerarşiler üreten bir çıkar beraberliği. Türkiye, kapitalizm denen ucubeye eklemlenmenin yolunu kendi kuruluşundaki devrimi çelmelemekte bulmuş bir garip ülke!"*** Toplumsal sorunlarla ilişkin bir saptama birkaç yıl sonra hâlâ varsa; bir öngörü birkaç yıl sonra gerçekleşiyprsa birilerinin oturup uzun uzun düşünmesi gerekir.

içi boşaltılmaya çalışılan kavramlardan biri de laiklik. "Laiklik, kanımca, Kemalist ilkelerden yalnızca biri değil, tüm Kemalist ilkelerin ruhudur." (s.107) Bugün Eğitim Birliği yasasını ortadan kaldırmaya uğraşan(bir anlamda başarılı da olan) insanların (zihniyetin) asıl hedefi "Kemalist ruh"u yok etmektir, işte size sadece içi boşaltılmış kavram değil, bir de içi boş zihniyet. Ama karamsarlığa kapılmamak gerekir. .Çünkü "Hiçbir yanılsama sonsuza dek sürmez." (s.lll)

KAHRAMAN KİM?..

Toplum olarak kof kahramanlara düşkünlüğümüzü, birkaç saat içinde kahraman yaratacak kadar becerikli oluşumuzu!!), onlara kısa sürede bir "kült" olarak bakışımızı; sonra da o kahramanımızın bizden biri olmadığını, isteklerimizi yerine getirmediğini, çabucak 'miadı'nı doldurduğunu görünce aynı hızda "tu kaka" ilan ettiğimizi, hatta kendimizi dışında tutarak, "Bu topluma her şey müstahaktır!" deyişimizi dünya âlem biliyor. Biz de biliyoruz, biliyoruz da; gerçek kahramanın toplumun kendisi olduğunu, "simurgMu uzakta aramanın yanlışlığını o kerteye gelince fark ederiz. Zaman yitirilmiştir bir kere. Uzağa gitmemeli, içine bakmalı ulusun bireyleri. Gerçek, kabul görmüş, kahramanlığı sınanmış kimselere bakmalı; illâ da kahraman arayacaksa. işte, "önümüzde çok iyi bir örnek var: Gazi Atatürk! Geçmişten bir insan... Hâlâ İlerimizde duran... Çağdaş bir kahraman. .. "(s.60) Artık kahraman kavramının da içi boşaldığı içindir ki ekonomide, siyasette, sanatta hep kahraman aramışız; kavramın içi boş olunca sahiden de içi boş kahramanlar bulmaya başlamışız.

Yazara göre kavramların, terimlerin bulanıklaşmaya başlaması yanlış anlamayı, yanılmayı, belirsizliği doğuruyor. "Ne olduğu belirsizleşen terimlerden biri de 'Osmanlı kültür mirası'... " (s.21) Osmanlı kültür mirasının kimi" aydın"lara çekici gelmesinin nedenleri irdelenirken, üzerinde çokça düşüneceğimiz sonuçlara varıyor yazar: "Osmanlı döneminde kültürümüz kuşkusuz bir zenginlik olan farklı öğelerden bir yapı yaratacak harçtan yoksun kalmıştır, yani ortak dilden." (s.75) Saray çevresinde seçkinlerce konuşulan bir dilin (Osmanlıcanın) halkı kaynaştırması, bilinçlendirmesi ve ortak (ortaklaşa) bir kültür yaratması beklenemez elbette.

BİTMEYEN İNSANSAL SORUNLAR

Toplumsal sorunlarımızdan biri de "cinsiyet ayrımcılığı" olarak dile getiriliyor. Gelenekçi bir toplum oluşumuz bizi bilimsel düşünebilmekten uzak tutuyor. Gelenekten gelen davranışları sergilemek, gelenekten gördüklerimizi uygulamak daha kolayımıza geliyor; daha çıkarcı, daha haklı çıkarıcı, savunulması da hak.(?) "Düşünmek" zordur. O yüzden cinsellikle ilgili sorunlarımız var. O yüzden töre cinayetleri işlenmeye devam ediliyor. Ama kadın gövdesi tanınsaydı, o "gövde"nin kadın için hangi anlamları yüklendiği bilinseydi belki şiddete dayalı sorunlarımızın bir kısmından da kurtulmuş olurduk.

Yazarın, Bir Yaşdönümü Rüyası kadın gövdesinin anlam katmanlarını aralayan, inceleyen iyi bir roman. Gelin görün ki, bu romanı kaç kadın okudu, biçiminde bir soruyu sormaya korkuyor insan; sorudan değil, alınacak yanıttan... Tabii, "Kadın bedeninin kavramsal olarak 'şey'leştirilmesi, ne yazık ki tüm uygarlıkların ortak kusurudur. Kurumlaşmış fuhuş 'şey'leşmenin bir uç örneğidir." (s.101)

"insanlık tarihinin özeti, egemenin karşısında daha az şanslı öbür insanların güçsüzlükten sıyrılma mücadelesi"dir. (s.91) Bu egemen, zaman zaman değişse de halk yığınları için değişen bir şey yoktur. Neden? Neden, "Yanlış politikalar izlenmesinin 'birey' açısından sonucu, kendine güvensiz, fırsatçı, çıkarcı, ürkek ve kaypak kişilik yapılarının başatlaşmasıdır." (s5 8) Böyle bir yapıya sahip insanlardan oluşmuş toplumlarda değer aşınması, hatta "değer"in oluşmaması doğaldır. Yazar, aslında tüm bu olumsuzlukları görerek, yaşayarak üretim sürecine katılan her bireyin, üstüne düşeni örgütlü bir biçimde yapmasının uygar toplum olmanın/olabilmenin bir gereği olarak sürüyor önümüze.

O halde halka bu konuda aydınlar yardımcı olacaktır. Atasü, bu "sayılan şimdilik az, ama nitelikleri yüksek" aydınlarımızdan biridir. Öyleyse bizi bilimin ve aklın aydınlığında tutacak değerlerimize, "değer" olan aydınlarımıza ve onların yapıtlarına sahip çıkmak, onları okuyup özümsemek, gereğini yapmak kaçınılmaz bir ödevimiz olmalı.

Çünkü ulusal kimlik yaratmada güçlük çekiyoruz. Kemalizmi yanlış anlamak, Atatürkçülüğü yeterince bilmemek bu sürecimizi baltalıyor. Halbuki Kemalizm, "İnkılapçı, Cumhuriyetçi, Devletçi, Milliyetçi, Halkçı, Laik sözcükleri sömürgeleşmeye 'Hayır!' diyebilen, dinsel esaslara dayak toplumsal yaşamın yerine bilimsel esaslarda yükselen toplumsal yaşamı, hanedanların yerine halk egemenliğini kurmayı başarmış, sanayileşmeyi, sosyal devletçi gelir dağılımını, kadınla erkek arasında yurttaşlık temelinde eşitliği benimseyen, ancak hedeflerine tümüyle ulaşamadığının bilincinde bir siyasi hareketin kararlılığının, içtenliğinin dilsel yoğunlaşma hareketinin adıdır. Sözü oluşturan 'öz' unutulursa, algılamada ve uygulamada yanlışa sapmamak mümkün mü?" (s.67)

1980 öncesini ve hemen sonrasını yeterince bilmeyenler, ama bugün o döneme ait ürünlerle karşılaşanlar, en azından daha sağlıklı çıkarımlara varmak için; o dönemleri bilenlerin veya yaşayanların da belleklerini tazelemeleri, belki de kimi şeyleri şimdi fark etmeleri ve gereğini hâlâ geç kalmadan yapabilmeleri için Kavram ve Slogan'ı okumak kaçınılmaz olacaktır. Elbette bununla kalmayacaklardır. Bilinir ki, her okuma başka okumalara kapılar açar. Bu kitap, okuyucusunu başka kaynaklara da yönlendirecektir, iyi bir kitabın yapması gereken de bu değil midir? •

Kavram ve Slogan/ Erendiz Atasü/ Can Yayınlan/ 2004/244 s.

sahinyildirim@worldcard.com.tr

* Erendiz Atasü, Bir Yaşdönümü Rüyası, s. 147 (Can Yay., 2002)

** Yazarla yapılan bir söyleşiden; Agora, Yeni Binyıl Kültür Sanat Edebiyat dergisi, (MartNisan 2004) Sayı:36

*** Aynı söyleşiden.