Prof. Dr. Gürsel Aytaç

Prof. Dr. Gürsel Aytaç

ERENDİZ ATASÜ ÖRNEĞİNDE ELEŞTİREL DENEME

Postmodernist dünyada edebiyatın geçirdiği değişim, edebiyat bilimcilere bolca malzeme sunuyor. Dünya görüşü değişikliği, kurmaca edebiyat ürünlerinde yansımasını bulurken elektronik medya televizyonun etkisiyle edebiyat eleştirisi büyük çapta yara aldı, "ciddî" eleştiri yerini kitap tanıtmalarına, bestseller listelerinin düzenlenmesine bıraktı1. Öte yandan edebiyat tarihinden biliyoruz ki zaten "eleştiri", akılcı akımların gözde türüdür. Romantizmin, başka deyişle duygu akımının üçüncü dönemi sayabileceğimiz Postmodernizmde bu türün saygınlığını yitirmesinin pek de şaşılacak bir yanı olmasa gerek. Gazetelerin edebiyat eklerinde, edebiyat dergilerinde eleştiri yazılarının kökü kurudu demesek de etkinliklerini yitirdiklerini söyleyebiliriz. Edebiyat eleştirisi artık üniversitelerin edebiyat araştırmaları arasında edebiyat incelemeleri esasında yürütülmekte, bazı çalışmalar yayınlanma şansını bulduğunda meraklısına ulaşabilmektedir.

Son yıllarda klasik anlamda eleştirmen sahneden çekilmiştir adetâ. Modern Alman romancı ve deneme yazarı Enzensberger, edebiyatla uğraşanların artık yalnızca meslekleri gereği edebiyat hocaları ile, kitle iletişim araçlarında özellikle de televizyonda yer kapmış edebiyat tacirleri olduğundan söz eder "Rezensenten-Dâmmerunğ" (Wagner'in eserine göndermeyle, 'Edebiyat Eleştirmenlerinin Günbatımı') başlıklı yazısında. Edebiyat eleştirmenliğini gereği kalmadığı için modası da geçen meslekler arasında sayar. Kendi tahmini, eleştirmenliğin burjuva toplumunun ortaya çıkışıyla başlayıp, "kültürel normları açıkça tartışmanın hayatî önemi olduğu görüşünün"devam ettiği sürece varlığım koruduğudur. Boileau'dan Sartre'a, Samuel Johnson'dan Edmund Wilson'a, Lessing'den Benjamin'e, Belinskj'den Şklovsky'e kadar bu böyledir, der. Şimdilerde gazetelerin edebiyat sayfalarında bile edebiyat eleştirilerinin "lüzumsuz", "modası geçmiş" etkisi bıraktığını dile getiren Enzensberger, kültürün artık eğlence sektörünün bir çeşidi olarak ele alındığım, edebiyat eleştirisi ve kitap tanıtımı yazılarımnsa arka kapakta yer alan birkaç satırlık metnin kopyası, bestseller listesindeki yerinin belirtilmesi biçimine dönüştüğünü belirtir. Edebiyat, medyanın kullandığı şekliyle kitleye ulaştırılmaya çalışılıyor olsa da eleştiriye değer eserler, sayıca az bir anlayanlar grubu tarafından aranıp okunmaya devam etmektedir. Enzensberger'in deyişiyle:

"Hakikî, asıl okuyucu topluluğu, göz boyamacılığına izin vermeyen on bin yirmi bin kişilik bir azınlık, işte bu topluluk bugün medyaların kukla tiyatrosundan çoktan uzaklaşmıştır; hükmünü kitap tanıtma ve 'talksho\v 'ların zırvasından bağımsız vermektedir ve inandığı tek reklam türü, sözlü propagandadır ki bu hem bedava hem de parayla ödenemeyecek türdedir. " (Bak. Enzensberger, Rezensenten-Dâmmerung, Mittelmass und Wahn, 1989 Frankfurt/M, s.53-60)

Postmodernizmin edebiyat eleştirisine getirdiği önemli bir yenilik, bir anlamda yepyeni bir eğilim olmasa da izlenimciliğin, yorumlamacılığın geri dönüşüdür. İzlenimci eleştiri ise öncelikle edebiyat bilimcilerden çok yaratıcı yazarlardan geldiği zaman daha anlamlıdır. İzlenimci eleştiri, edebiyat alanında eleştirel denemenin bir başka adıdır. Deneme türünün özelliği olan öznellik, izlenimci eleştirel denemenin temel çizgisidir.

Edebiyat alanında eleştirel deneme için, yabancı edebiyatlarda olduğu gibi çağdaş edebiyatımızda da bolca örnek var. Öyküleri ve romanlarıyla edebiyatımıza, kadın yazar olma sorunsalı üzerine yeni bir boyut kazandıran Erendiz Atasü'nün "İmgelerin İzi" başlıklı kitabında yer alan denemeleri üzerinde bu bağlamda durmak istiyorum.

"Günümüz Türk Romanı: Umutlar ve Sorunlar" başlıklı yazı, 8. Bursa Edebiyat Günlerinde (2003) sunulmuş bir bildiri metni, niteliği itibarıyla eleştirel bir deneme. Erendiz Atasü burada postmodern romandan beklentisini şöyle dile getiriyor:

"Postmodern romanın insan üstüne yapabileceği tek keşif, kanımca sanatsal yaratma sürecini aydınlatma misyonunu yüklenmesiyle ilgilidir. Sanatsal yaratının oluşum süreci henüz bilimin gizini çözemediği bir varoluş alanıdır. Ve 'üst-kurmaca' (metafıksiyon), bu alanı keşfe çıkar. Doris Lessing'in 'Altın Defter'i ve Philip Roth'un 'Counterlife' (Karşı hayat) hemen akla gelen örneklerdir. Ne yazık ki bizde bunun parlak bir örneğini anımsamıyorum. " (a. g.e., s. 70)

"4 Mevsimdin 1997 Mayıs sayısındaki "Söz...İmge...Öykü" başlıklı denemesinde Erendiz Atasü bu anlamda bir üstkurmacamn sorunsalını kendi deneyimini değerlendirerek, bir içebakış, bir kendi iç dünyasını, kendi yaratma sürecini çözümleme denemesi olarak şöyle anlatıyor:

"Kaleme aldığım ilk öyküler, kadınların sıradan yaşantılarında saklı acı üstüne içten tanıklıklardı. Gerçeğin gizli kalmış yüzünü keşfetmek benim için çok önemliydi. Zamanla yazmak bir varoluş biçimine dönüştü; sıradan

yaşantının zincirlerini kırmış, içsel özgürlüğüme ulaşan yolu keşfetmiştim. İşte o zaman, öykülerimde "imge" var oldu. Kanadını denize daldıran bir martı, pencereleri tuğlayla örülmüş gizemli bir taş konak, eski bir sokak, bir kapı tokmağı, bir yontu, gözlerimden yol bulup gönlümün gözlerine akmış bir görüntü. ..Yıllarca var olabiliyor zihnimde...işte o zaman bilirim bir öykü yazacağımı. Ne zaman, nasıl? Bilemem. Görsel imge yavaş yavaş anılarla örer bağlarını. Bu ağa yakalanır o günlere denk düşen yeni yaşantılar, duygular, izlenimler; ve yeni deneyimlerin etkisiyle uyanır kimi unutulmuşlar. Çağrışımın şimşeği belleğin karanlık sularının bir bölümünü aydmlatıverir. Bilincin ve herhalde bilinçaltının bu etkileşimi, öykünün yavaş yavaş mayalamşı tatlı bir yaşantıdır benim için, sonuçta yeni görsel -tümüyle düşsel- imgeler doğuran. Süreci başlatan görsel algının yanına yepyeni düşsel resimler katılmıştır, işte ben bu resimleri anlatırım, aralarında dil köprüleri kurarak Gerçeğin gizli kalmış yüzlerini keşfetmek benim için hâlâ çok önemli, ancak bu keşfin anlatıyla dışavurumu imgeler dokusunun motiflerinde belirmekte." (a.g.e., s.14-15)

Şiirsel olduğu kadar düşünsel bu ifadeyi ancak Erendiz Atasü gibi bir entelektüel romancı yapabilir. Ve bu satırlar, edebiyatı konu alan çağdaş bir denemenin en özlü örneği. Erendiz Atasü'nün yaratıcılığı kadar engin bir edebiyat bilgi birikimi var. Türk ve dünya edebiyatından okuduğu edebiyat eserlerinin yanı sıra kuramsal yayınları da izlediğini edebiyat konulu denemeleri ortaya koyuyor. Denemeciliğin özelliği sayılan tavır koyma, öznel yargı, söz konusu deneme yazarı aynı zamanda bir yaratıcı yazar, bir romancı ise, onun edebiyat dünyasına daha sağlam adımlarla girmemize yardımcı oluyor. Bu yazarın kurmaca eserlerini daha doğru anlayarak çözümlememizi sağlıyor. Bunun da ötesinde yaratıcılık, edebiyat konusunda birincil kaynağın ağzından bilgilendiriliyoruz.

Roman sanatının niteliği, bugünün edebiyat sanatının ne olduğu ve ne olması gerektiği, edebiyat araştırmalarının Türkiye'de ne düzeyde olduğu, Erendiz Atasü'nün eleştirel denemelerinin ana izleği. Deneme türünün izin verdiği uzunlukta, yani kısa ve yoğun ifadelerle ve edebî özenle sunuluyor eleştiriler ve yargılar. Edebiyatın bir propaganda olamayacağı, işlevinin bu olmadığı yeri geldikçe vurgulanıyor. Edebiyat ona göre "gerçekliğin ilk bakışta seçilemeyen derin ve karmaşık katmanlarına bir yolculuktur" (a.g.e., s.22). Toplumsal değişimlerin izdüşümleri vardır orada. Ama "insanın özw"nü yakalayabilmek ancak has

romancının başarısıdır ki Erendiz Atasü romancılarımızın bunu "indirgemecilik" yüzünden ıskaladığı görüşündedir: "Toplumsal duyarlılık, romancılarımızı bireyin varoluşsal açmazlarını hemen her zaman toplumun geri kalmışlığıyla ya da Doğu-Batı ikilemine kıstırılmışlığıyla ya da sömürü düzeniyle açıklamaya götürmüştür" der. Beklentisi, kendi deyişiyle "romancı merceğinin çeşitli olguların kesişme noktasında beliren (...) dışavurumlara ay arlanması" &\r (s.68).

"Roman üstüne" başlıklı deneme, Erendiz Atasü'nün uzmanlık alanı doğa bilimlerinden edebiyat sanatına geçişini belgeleyen ilginç saptamalar,

felsefî çıkarsamalar sunuyor. Bilimden, teknikten, doğadan, sanattan söz açarak romana ulaşıyor. Romanın anlatmaktan ziyade "sezdirmek" işlevine değinirken şöyle diyor:

"Elbette 'sezdirdi'. Tüm söz hacmine rağmen... 'Anlamak/anlatmak', beynimizin ussal işleyişine seslenen eylemler. (...) Sezgisiyle algılayan okur (bu algılayışı, gündelik konuşmada 'içimde' veya 'yüreğimde hissettim' gibi deyimlerle sözlendiririz), sezdiğini, kendi organizmasının içinde gerçekleştirdiği çözümleme ve çözümleme sonuçlarını eski bilgilerle harmanlayıp yeni bileşimlere ulaşma gibi, beyninin korteks kısmım ilgilendiren ussal faaliyetlere uygulayarak 'öğrendi' ve bazen öğrendiklerine katılmadı, kimi kez karşı çıktı. "(s. 76).

Feminist edebiyat bilimciler, kadın yazarların edebiyat ürünlerinde "beden"in özel bir konu olduğunun altını çizerler. Erendiz Atasü, bu bildiride ele aldığım denemelerinde "beden" konusunu edebiyatın yeni yeni keşfettiğini ve roman türünün ve genel olarak sanatın günümüzün "iletişimsizlik sorunsalıyla baş etmede" beden konusundan bir şeyler bekleyebileceğini söylerken kadın yazarlara daha çok ümit bağlar:

"Yeni edebiyat, yeni roman...Her şey yeniden tanımlanacak! Cinsler arası ilişkiler ve bu ilişkilerin öznesi ve nesnesi olan gövde... ilkel dinlerin ayinlerle kutsadığı; tek tanrılı dinlerin günahlarla ezdiği; 19. Yüzyıl Rasyonalizminin akıldan koparıp küçümsediği; 20. Yüzyılın ikinci yarısında patlayan cinsel özgürlük devriminin cinsel organlara indirgediği gövde...Yeniden tanımlanacak...Yeni sanat yeni gövdeyi anlatacak.

Yüzyılımızın dahi kadın yazarları 'yeni gövde'ye ve 'yeni sanat'a daha mı yakın?... "(S. 89).

Bir sempozyum bildirisi için fazla uzun alıntılarla kurguladığım bu konuşma, istedim ki aynı zamanda deneme kaleme aldığında bir öykü-roman yazarının okuyuculara nasıl ufuklar açacağını, bunu kuru eleştirmen üslubuyla değil, meslekten edebiyatçının edebî üslubuyla gerçekleştirdiği için çok daha etkili olabileceğini göstereyim. Edebî eleştiriyi bugün içine düştüğü "etkisiz durum"dan kurtarmak istiyorsak, deneme türüne yönlenmesini yadırgamayalım.

Geniş bilgi için bk. Gürsel Aytaç, Edebiyat ve Medya, Ankara 2002, Kültür Bakanlığı Yayını.