Bu Kez "Bir Yaşdönümü Rüyası" ile Geliyor
Erendiz Atasü
Erendiz Atasü artık tüm yapıtları ile Can Yayınları'nda. Yeni romanı "Bir Yaş Dönümü Rüyası" ile üçüncü romanına imza atan Atasü ile konuştuk. Prof. Dr. Oya Batum Menteşe ve Prof. Dr. Dilek Doltaş da Atasü'yü yazılarıyla değerlendirdiler.
Kamuran Semra Eren
Bir okur olarak edebi dünyanıza girmiş yazar ve şairlerin yolunu gözler misiniz? Ben okuma dünyamı oluşturmuş yazar ve şairlerin yollarını özellikle beklerim.
"Hep yaşayan yazarları mı okuyorsun?" diyebilirsiniz. Elbette ki hayır. Ancak günümüz yazarlarından, okumalarıma katkı sunmuş olanların yolunu gerçekten merakla beklerim. Kimilerine göre kolaycı bir beslenme türü olabilir, ama okur yanımı böyle mutlu ediyorum. Bir de, dayatılan tek tip medyatik okumaları reddettiğimden olsa gerek, okurdan uzak tutulmaya çalışılan yazarlara daha çok yöneliyorum. Erendiz Ata-sü yolunu gözlediğim yazarlar arasındadır, ilk öykü kitabından bu yana yazdıklarını okumaya çalıştım, kendinden vaz geçirmedi çünkü. Atasü'nün son romanını görür görmez aldım, okudum. Gözlerimin yollarda boşuna kalmadığına sevindim. Her romanındakf4d9rmq4sbaşka" olmayı biliyor ErendizAtasü. Onunla bu "başkalık" konusunda konuştum. Kendisiyle yaptığım her söyleşi okur dünyama ve öğretmenliğime yeni şeyler kattı. . .
Yazarın ilk romanı, Dağın Öteki Yüzü, ikincisi Gençliğin O Yakıcı Mevsimi, söyleşi konumuz üçüncü roman ise Bir Yaşdönümü Rüyası.
- KSE: 2002'de gerçekten güzel romanlar ulaştı okura, Elma, Bu Yaz Ayrılıkların İlk Yazı Olacak, Yalan, Deli Aşk, Karıncanın Su içtiği... gibi. Bu güzel yapıtlardan sonra, Eylül ayında okura ulaşan kitabınız roman okuma iştahımı daha da arttırdı. Roman okuma zevki diye bir tat var kuşkusuz. Bu nedenle romanın birçok tanımı da var: Yüzleşmedir, zamana yolculuktur, yaşanmışlıkların ilgi çekici araçlarla yeniden kurgulanmayıdır gibi...
Roman başka nedir, ya da ne değildir sizce?
-EA: Roman, yaşamdaki dönüşümlerin, etkileşimlerin enine boyuna irdelenebileceği en birinci edebiyat türü. Toplumsal olduğu kadar bireyin iç dünyasına da ait olabilir bu dönüşüm süreçleri; çoğu kez iç içedirler zaten. Roman süreçlere, öykü an'lara odaklanır diye özetliyorum kendimce. Romana has o dolgunluğu, zenginliği sağlayan, bireysel olanla toplumsal ve tarihsel olan arasında kurduğu köprüdür. Sözünü ettiğiniz o tadı, hazzı yaratansa romanın kalıcı bir atmosfer, bir ikinci dünya gibi okuyanı sarmalayabilmesidir. Bu ise tamamen bir denge sorunudur; bazen tek bir sözcük bile büyüyü bozabilir. Bu zor işi başarmanınsa hiçbir formülü yoktur. Tek yol gösterici okuma birikiminizle bilenmiş sezginiz olabilir. Belli bir romanın ifade etmeyi başardığı karmaşıklığı, yoğunluğu, hayata özgü o belirsiz-başka yazma biçimleriyle iletebilmek mümkün de-e eğer- örneğin makaleyle, araştırma metniyle ya da şiirle- o zaman, iyi bir romanla karşı karşıyayız demektir.
- Gerçekten de ülkenin yaşadığı belli dönemlere, süreçlere yolculuğu yazmışsınız. Bir Yaş Dönümü Rüyası üç ana bölümden oluşmuş:
1) Gençlik ve Geçmiş:
Ferhat
Sedat
2)Orta Yaşa Uyanmak: Sedat
Hayaldeki gerçek
3)Hayatın Sonrası
Bu adlandırmalar zamana ve bireysel yaşama ait dönemleri belirtmekte. Ama sade o kadar değil. Ülkenin yaşadığı belli dönemlere de gönderme yapılmakta. Diğer romanlarınız da öyle idi. Bu dönemleri yaratan veya yaşayan kuşakların bireyleri, romanlarınızın kendine özgü kişilikleri. Bu nedenle, tarihsel dönemleri fon olarak kullanmışsınız demek yetersiz kalıyor. Kişilerinizi o dönemlere özgü olumlu ya da olumsuz kimliklerden seçmişsiniz. Doğal olarak ön sırada kadınlar duruyor. Feride'nin Ferhat'la evliliğine rastlayan Milliyetçi Cephe döneminin görüntüleri çok iyi verilmiş; sıradan bir fon gibi durmuyor, ilişkinin bir parçası. Romanlarınızda zaman, dönem kurguda nasıl bir yer kaplıyor?
- Zaman benim için çok önemli bir şey, sürekli farkında olduğum, hissettiğim bir şey. Zamanı bir kısıtlama, üstünüzde bir baskı olarak algılıyorsanız, ya da mecburen böyle sıkışık bir durumda kalmışsanız, ölçüp biçilen zamanı unutmak isteyebilirsiniz. Ama zamanı bütünsel bir akış olarak hissetmek, günün akışını, ışığın ve renklerin değişimini, mevsimlerin geçişini izlemek güzeldir. Bir anlamda yaşamı, yaşamın yalın özünü hissetmektir bu.
Dönem farklı bir şey tabi, tarihsellikle ilgili ve sizin de belirttiğiniz gibi kişilik yapıları üstünde çok etkili.
- Aslında bu soruya mekanı da katalım. Feride'nin çocukluğunu üçgen, Sedat'ınkini daire, Ferhat'ınkini küre içinde zıplayan bilye gibi simgelerle vermişsiniz. -Klasik roman incelemesinde sorulur ya:"Olayı, mekanı ve zamanı irdeleyiniz" diye-kişiler, olay, uzam (mekan) ve uzay ilişkisini kurgularken neleri göz önüne alıyorsunuz?
- İnandırıcılığı ve tutarlılığı, elbette. Mekanların fizikselliğini iyi anlatabildiğimi sanmıyorum. Yani iyi bir betimlemeci değilim. Hepimizin görsel deneyiminin zenginleştiği bu çağda görsel betimlemelere gerek var mı, onu da bilmiyorum. Ama, mekanların ruhu diyebileceğim, uyandırdıkları duyguları ve çağrışımları önemserim.
Geometrik biçimlere gelince, kimi ilişkilerin ve durumların kestirmeden ifadelendirilmesinde geometrik biçimlerin işe yaradığı kanısındayım.
- Romanın baş kişileri Feride ve ilk kocası Ferhat'ın yadigarı Şirin. Ferhat ve Sedat beklenmedik sonlarla sahneden ayrıldıktan sonra yaşdönümü rüyasını gördüren ve olay örgüsünde özel bir y eri olan Kamuran ilginç bir kimlik. Feride Kamuran ilişkisi doğal olarak Çalıkuşu'nu anımsatıyor. Zaten siz de bunu özellikle yaptığınızı belirten unsurları kurguya çok iyi yerleştirmişsiniz. Hatta, Çalıkuşu Feride'nin yaşamına girenlerle kendi Feride'nizin ilişkilerini yer yer karşılaştırmışsınız. "Bu Feride'nin Kamuran'ı yok" derken, beklenmedik biçimde çıkıveriyor karşısına; ve o yakıcı yaşdönümünü rüyasını gördürüyor Feride'ye. Yanılsamalar yani. Metinler arası geçiş de denilen bu kurgulama, aslında okura kişilikli okumalar kazandırıyor, iyi bir okur olduğunuzu bildiğim için sormak istiyorum: Okuduklarınız yazdıklarınızı nasıl etkiliyor? Bu etkilenmeleri kurguya sokarken nasıl bir okur kitlesi hedefliyorsunuz? Bu soruya küçük bir ek soru da, iki Feride'nin karşılaştırılması üstüne olacak:Aynı rüya olmasa da, Çalıkuşu Feride'nin yaşadıkları da birer yanılsama değil miydi?
Rüya kurgusunu geliştirirken, Çalıkuşu'na yolculuğunuzun özel bir nedeni var mı? (Selim İleri de Halit Ziya'nın Acı Bir Hikayesine yolculuk yapmış örneğin).
- Çalıkuşu bizim edebiyatımızın belki de kitlelere en fazla mal olmuş romanı. Reşat Nuri incelikli bir yazar. İyi bir olay anlatıcısı da olduğu için, okur çoğu kez olayın ardına takılıp sürükleniyor ve incelikleri pek fark etmiyor. Reşat Nuri'nin karakterlerinin hiçbiri yalınkat değildir ve hepsi farklı yorumlamalara açıktır. Örneğin Çalıkuşu'ndaki Kamuran pekâlâ farklı bir bakış açısıyla, cinsel yönlenişi bulanık bir delikanlı olarak da okunabilir. Romanım Çalıkuşu'na bir saygı göndermesidir. Kitabın içinde -fark etmişsinizdir kuşkusuz- gerek Türk gerek Dünya edebiyatının pek çok yapıtına saygı göndermeleri var. Biz unutkan bir toplumuz ve bazı şeyleri yeri geldiğinde anımsatmakta yarar var. Ayrıca iki Feride'nin ve Şirin'in kıyaslanması, 20. yüzyıl boyunca kadın karakterin deki değişimlere dikkat çekmek açısından ilginç olabilir. Gene de bu roman Çalıkuşu'na modern bir alegori olarak yazılmadı . Böyle okunması da pek doğru olmaz kanısındayım. Kitabın açık seçik konusu, bir kadının benliğinin bastırılmış bölgeleriyle, ancak orta yaşında ve hayali bir aşkın aynasında, acı çekerek yüzleşebilmesidir. Çalıkuşu Feride de elbette benim Feride gibi yanılsamalar içindedir. Kim değil ki? Yanılsama aşkın doğasında var. Hele eski hayatta, kaç -göç devrinde aşk tamamen hayalden ve hasretten ibaretti kuşkusuz. Doğu'nun aşk efsaneleri ayrılık, düşleme ve özleyiş üstünedir, kavuşma ve İlişki üstüne değil. Benim için ilginç olan yanılsamaların, hatta yanlış anlamaların içinde gizli gerçekle, gerçekliğin içinde saklı yanılsamadır. Benim Feride'yle Kamuran arasında çift taraflı bir yanlış anlama söz konusu, gene de bütün bu saptırmaların arasında, bir başka boyutta paylaştıkları uçucu, kırılgan ama yaşamsal ve sahici bir öz var.
Kitleleri hedefleyerek hiçbir zaman yazmadım. Edebiyatı seven, edebiyat kanalıyla insan geçeğine ve duygulara daha iyi nüfuz etmeyi, kendiyle daha yakından tanışmayı isteyenler için yazdım ve yazıyorum.
-Aslında başta sormak istediğim soruydu ama, hemen kadın sorununa girmeyelim dedim. Romanlarınızdaki kadınları özgürlüğe çeken ateş böcekleriniz var. Romanın anlatıcıları kimi zaman Feride, kimi zaman Şirin; ama daha çok Feride Şirin'e anlatıyor yaşadıklarım. Feride başta ürkek, yaşadıklarıyla kısmen de olsa uyanıyor. Şirin özgür kadın kimliğini daha çok taşıyor. Anlatıcılar aynı zamanda olayları da geliştiriyor.
Feride'nin Ferhat'la ve Sedat'la evliliklerindeki yenilgileri -sosyopsikolojik dersler vermeden- çok içtenlikli, yer yer ağulu ve hızlı çözümlemeli bir dille örmüşsünüz. Üstelik Feride daha orta yaşın başlangıcında yapyalnız kalıyor. "Hep düşlerle yaşamıştı, genç kızlığında bir erkeği sevmek üstüneydi düşleri, şimdiyse ondan kurtulmak üstüne" (s. 8);"Evimiz-de cinselliğin sevinci eksikti'"(s. 93), "Bizi sevdiğimiz erkekler mahveti… "Sonuçta Feride hayata dönük, umutları kızı Şirin'e yönelmiş, özlenen aşkı arayan, rüyaları bu nedenle gören bir kadın.
Kadın, cinsellik ve aşk… Kentli okumuş kadın özgürlüğünü gerçekten yaşıyor mu, yoksa burada da mı bir yanılsama var; yoksa okumuş kadınlar aşkı, cinselliği çok mu abartıyorlar, ne dersiniz?
- Kırılması en zor zincirler içimize işlemiş olanlar, ruhumuzu, etimizi kısıtlayanlar. Dolayısıyla kimse hayatı bütün yönleriyle doya doya yaşayamıyor. Şirin'in kuşağı daha şanslı olabilir, eğer hayatın her alanına sızan tüketim ekonomisi ahlakının etkisinde çok fazla kalmazlarsa! Yaşantılar kullanılıp çabuk tarafından eskitilen ve yenisiyle değiştirilen birer sıradanlığa dönüşüyor günümüzde! "Sevgililik" diye "sivil bir kurum" icat olundu! Herkesin sevgilisi var, peki sevdiği var mı? Aşk o kadar sıradan bir şey değildir. Bir yaşamda ancak bir kaç defa bulur insanı.
Uygarlık doğal gereksinimlerin bastırılması üstüne kurulduğu için, insanlık abartıyor doya doya yaşayamadığı cinselliği. Yaşanmamışlıklar gün gelir karşımıza dikilir ve bizden hesap sorar. Feri-de. Sedat hatta Kamuran benliklerinden yükselen bu sorularla karşı karşıya kalıyorlar günün birinde.
-Romanınızın bütünü içinde öne çıkmıyor belki, ama anlatıların iletilerini yönlendiren düşünsel metinler var. Örneğin Feride'nin hastalığı sırasındaki duygulanımları, düşünceleri; şiir y azma denemelerinin örnekli sunuluşu gibi. Bir de özellikle yardımcı kişilerin kurguya girerken, şecerelerinin sunulup olayların içine öylece bırakılışı gibi… Kimi okurlar bunu elektrik kesintisi gibi yorumlayabiliyorlar. Doğrusu ben bunu romanın sinema diliyle ortaklığı olarak yorumladım ve zevk duydum. Farklı türlerin roman içinde kullanılması hangi tatlan sunar ya da tatlan kaçırır?
- "Günümüzden Portreler" bölümünü yazarken son yirmi beş yılda yetişen insanlarımızın önceki kuşaklardan belirgin farkına dikkat çekebilmek için metin akışının kesintiye uğramasını istedim. Evet, tam da sinema dilinde birden bire karşımıza çıkıveren çarpıcı sahneler gibi. O kişilerin başat özelliklerini ve kişisel tarihçelerini bilimsel söylemin uzaklığına ve soğukluğuna öykünen f arlı bir dille, raporvari vermeyi denedim. Farklı türlerin harmanı güzel de olabilir, berbat da. Yapanın ustalığına bağlı.
- İlle de, Eylül ayının önemini soracağım. Roman kurgusunda Eylül kullanılmış; hem de özellikle işlenmiş olarak. Romanın Eylülde çıkmasını da özellikle mi seçtiniz? Niye bu soruyu soruyorum. . Kimileri yazı beklerler roman okumak için. Gerçek okur dünyasının türlere ilişkin bir zaman seçimi olabilir mi, ne dersiniz?
Kitabın Eylülde çıkması tamamen tesadüf. Ama Eylül ayının romana girmesi tesadüf değil. Eylül bir yanılsama ayıdır. Sararmaya henüz başlamış yapraklar uzaktan filizi bir ışık gibi durur, tıpkı ilk baharın körpe yeşilliği gibi. Eylül aynı zamanda gerçeklerle yüzleşme ayıdır. Hiç bitmeyecekmiş gibi uzayan Ağustos sıcaklarından sonra, yazın sona erdiğini, yılın sona doğru kıvrıldığını ve kışın gelmekte olduğunu kabul etme zamanı. Eylül hüznün başlangıcıdır. Kamuran Eylülde çekip gider ve Feride yanılsamaları ve gerçekleriyle yüz yüze kalır.
Aynı zamanda Eylül, Mehmet Rauf un şaheserine bir saygı göndermesidir.
Ben de yazın roman okumasını seviyorum. Her zaman okuyorum, başka mesele. Yazın ise özellikle seviyorum roman okumayı. Daha serbest, daha kesin-tisİ2 bir zamanda romanın dünyasına gömülmek hoşuma gidiyor.
- Romancı bir romanı bitirirken geleceği düşünür. Yazmak istediğiniz, rüyalarınıza giren dönemler, kişilikler vardır mutlaka desem, ne dersiniz?
- Evet, zihnimde bir roman taslağı var. iki yaz önce yazmaya başlamıştım bile. Sonra, Bir Yaşdönümü Rüyası öne geçti. Biraz dinlenip diğerine çalışmaya koyulmayı düşünüyorum.
- Sorularıma sabırla yanıt verdiğiniz için ağzınıza sağlık, okuru hiçe saymayan kaleminize kuvvet… Hani demiştim ya yolunuzu gözlediğimi. Yolunuz daha çok gözlenecek ve çok buluşacağız.
- Dilerim öyle olur.