HÜLYA SOYŞEKERCİ

"ZAMAN İNSANI DEĞİŞTİRİR"

Erendiz Atasü, 1981'den beri öykü, roman ve denemeleri ilgiyle karşılanan, birçok edebiyat ödülü alan üretken ve nitelikli bir yazar. Son romanı Dün ve Ferda’da önceki eserlerinin bazı izleklerini sürdürürken yepyeni yazınsal açılımlar da kazandırıyor kendi edebiyatına.

Toplumsal dönemlerdeki değişim süreçlerinin kahramanlar üzerinden anlatımı, gerçekçi ve toplumsal romanların niteliklerinden biri. Dün ve Ferda bu yönüyle toplumsal gerçekçi roman geleneğine eklemleniyor görünse de, yazarın, ilerleyen sayfalarda gerçekleştirdiği kurgu oyunları ve üst kurmacayla metni kendi içinde sorgulamaya açması ya da metni “kendini fark eden anlatı” ya dönüştürmesi, romanı söz konusu geleneğin dışına çıkarıyor. Böylece, romanın başkişisi Ferda’nın zaman içindeki düşünce ve davranış değişiminin yanı sıra metinsel bir değişim ve dönüşümü izliyor olmak, insana heyecan ve farkındalıkla dolu bir okuma serüveni yaşatıyor.

Dün ve Ferda, bilinen realist romanlar gibi başlıyor; sonraki bölümlerde realizmden radikal bir kopma gerçekleşiyor. Metin kendini sık sık eleştiriye açıyor; sözü yazara, kahramanlara bırakarak “sanal” ortama; farklı bir yorumlama boyutuna geçiyor. “Sanal”daki tartışmalar, roman metninde postmodernist bir yapılanma oluşturuyor; metin kendi içinde bir değişim ve dönüşüm sürecine giriyor. Yazardan bağımsızlaşan kahramanlar, zaman, mekân sınırlarını aşarak romanın yazarını eleştiriyor; kendi aralarında da kıyasıya tartışıyorlar. Bu ortamda onların ölü ya da diri olmaları önem taşımıyor. Yazar, kendini de kurguya katıyor; metni tekdüzelikten uzaklaştıran bu tutumuyla romanının oluşum sürecinde yer alıyor. Ferda’nın kendi yanlışlarını fark edip yüzleşmesi gibi, metin de “kendini fark eden”, kendi üzerinde düşünen bir anlatıya dönüşmüş oluyor. Romanın iki ayrı anlam katmanı, metin içi gerçekliğe farklı görme biçimleriyle yaklaşma olanağını sağlıyor; okuru da sorgulama ve anlamlandırma süreçlerine dâhil ediyor. Romanın “sanal” katmanının, yaşadığımız çağın hakikat yitimi olgusunu temsil ettiğini de düşünebiliriz.

Dün ve Ferda’da, “yarın” anlamına gelen Ferda adı, kahramanın gelecekteki değişimini işaret eden bir sözcük olduğu kadar, dün ve yarın arasında gidip gelen, bugünde yoğunlaşıp düşünce boyutunda ileri geri akan zamanı, bireysel zamanın toplumsal zamanla paralelliğini simgeleyen bir kavram olarak metnin odağında yer alıyor.

Roman, eczacılık fakültesini bitirip asistanlık sınavını kazanmış, yarından umutlu, idealist genç kız Ferda’nın hissettiği sevinç ve kendine güven duygusunun analizi ile başlıyor. 1960’ların İstanbul’unda üniversite çevresindeki olaylardan bazı kesitlerin yer aldığı giriş kısmında Ferda’nın yıllarca hocası olacak Hürriyet Hanım ile Kâzım Beyazıt’ı yakından tanıma olanağı buluyoruz. Kahramanlar, yetiştikleri tarihsel dönemin izlerini taşıyorlar. Roman boyunca toplumun bireye, bireyin topluma karşılıklı etkileşim süreçleri ilgiyle izleniyor. Yazar, kişilerini nesnel bir tutumla, kusurlarıyla, zaaflarıyla, olduğu gibi canlandırıyor; onlara belirli bir mesafeden bakmaya özen gösteriyor.

Romanda, Hürriyet Hanım, sol görüşleri dolayısıyla Ferda’yı destekler, sağcı ve gelenekçi Kâzım Bey ise Ferda’ya cephe alır. Erendiz Atasü’nün ustalıklı ve derinlikli ruhsal çözümlemelerinin ışığında, Ferda’nın, babası yaşında ve hiç sevmediği Kâzım Bey’e gönüllü bir cinsellikle kendini sunmasını ve bu ilişkinin şaşırtıcı iç dinamiklerini yargılamadan anlama ve anlamlandırma olanağı buluruz. Ordudan çıkarılmış, toplumda varlık gösterememiş eski bir subay olan babasının kişiliğinde gördüğü zafiyete tepki gösterir Ferda. Profesör Kâzım Bey’in konumu, bedeni ve kişiliğinden kaynaklanan erk, Ferda’nın boyun eğeceği bir güç temsili haline gelir. Yazar, romanın birkaç yerinde koku imgesinin insanda yarattığı güçlü çağrışımlar zincirine ve anımsama süreçlerine dikkat çeker. Yağmurlu bir günde fakülte koridorunda Kâzım Hoca’yla karşılaşan Ferda, onun paltosundan gelen ıslak yün kokusuyla bir an çocukluğuna uzanır ve o kokuyu babasının yün paltosunun kokusuyla özdeşleştirir. Bu noktada babası ile Kâzım Bey de özdeşleşmiş gibidir. Ferda’nın Kâzım Bey’e hissettiği ani yakınlık, zamanla hoca-öğrenci, baba-kız ilişkisinden çıkacak; farklı noktalara ulaşacaktır.

Ferda, güç tutkunu ve hırslı bir kadın karakter olarak dikkati çekiyor; Ferda’nın tüm hayatını güç tutkusunun yönettiği görülüyor. Ferda, sosyalist partiler içinde egemen ve güçlü konumda olmayı yeğliyor; olamadığında ise ortamı terk edip başka bir siyasi örgütlenmeye geçiyor. Toplumsal mücadelede tanıştığı Özdemir’le evlenen Ferda, aile ortamında güçlü ve söz sahibi olmaya önem veriyor. Sosyalist düşüncelerinden uzun süre ödün vermeyen Ferda, 12 Mart ve 12 Eylül gibi toplumsal kırılma dönemlerine yakından tanık oluyor; pek çok acı yaşıyor yol arkadaşlarıyla birlikte. 12 Mart’ta üniversitedeki işini kaybedince kariyer kapıları yüzüne kapanıyor. Arkadaşlarının işkence görmesi, onda derin acılar uyandırıyor; o da bir süre tutuklu kalıyor. Aradan geçen on yıldan sonra 12 Eylül darbesi nedeniyle siyasi sığınmacı olarak Almanya’ya yerleşen Ferda ve Özdemir’in bir kızları dünyaya geliyor. Ferda soğuk ve duyarsız gördüğü Almanya’ya ısınamamış; orada büyük bir depresyona girmiştir. Tedavi için gittiği psikanalist, kendisiyle yüzleşmesini sağlamaya çalışır; ona göre Ferda’nın asıl sorunu, kendisine dair bir farkındalık içinde olmaması ve bu tutumunu sürekli reddetmesidir.

Aradan yıllar geçer; ailece yurda döndüklerinde küresel sermaye her yere egemen olmuştur artık. Gücün tutsağı haline geldiğini göremeyen Ferda, yeni sağlık sisteminin, özelleştirme politikalarının destekçisi olur; küresel ilaç şirketlerinin Türkiye araştırmalarında etkin rol alır. Eski arkadaşları tarafından döneklikle suçlanmasına rağmen yoluna devam eder. Ferda, küresel şirketlerin ne denli acımasız olabildiğine de tanık olacak ve bir anda işsiz kalacaktır. Dün ve Ferda’da küresel kapitalizmin hastaya ve ilaç sektörüne yaklaşımı, roman kişilerinin bakış açısına göre irdelenmekte.. Güncel boyutun roman metnine usta bir yazınsallıkla sindirildiğini de belirtelim.

Romanda eczacılık/ kimya bilimi ve edebiyat sanatı unsurlarının bileşiminden doğan sentezler ve farklı anlatımlar ilgi uyandırıyor. Akıcı, duru, şiirsel dilin yanı sıra bilimselliğin sunduğu bu anlatım biçimleri, metne ayrı bir zenginlik ve özgün bir nitelik kazandırıyor: “Şeyleri birbirine bağlayan ilişkiler içsel boşlukta eriyor, dağılıyor. Bedenin kapalı şişesinde öfkeyle köpüren bilinç, fermente olan kimyasal bir sıvı nasıl başkalaşır, nasıl ayrışırsa işte öyle dönüşen moleküllerine dağılmış, sıvıdan gaza, şıradan sirkeye, sonra sirke buharına… geride boşluk, hiçlik."

Sayfalarda italikle gösterilen iç konuşmalar, anlatıcının, roman kişilerinin bakış açısına göre şekillenen 3. kişi anlatımına derinlik kazandırıyor; kişilerin karanlıkta kalan noktalarını aydınlatıyor. Bilinç akışı tekniği, kahramanların zamanı, mekânı aşan bilinç sıçramalarının ve iç labirentlerindeki karmaşanın görülmesini sağlıyor. “Sanal” bölümlerde ilginç, etkileyici diyaloglar var.

HÜLYA SOYŞEKERCİ

*"Dün ve Ferda", Erendiz Atasü, Can Yayınları

(Taraf Kitap, 10 Ocak 2014, sayı: 36)