DİLEK DİRENÇ

Bir Yazar Geçmişe Bakarken
Kuşaktan Kuşağa Kadınlar

DİLEK DİRENÇ

Birinci Dünya Savaşı'nın sonunda Osmanlı Imparatorluğu'nun dağılması, 1923'te, bir ulus devlet olan Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulmasıyla sonuçlanacak olan bir bağımsızlık mücadelesi sürecini başlatmıştır. Gerek bu mücadele ve savaş, gerekse yeni Türkiye devletinin kuruluşunu izleyen yıllarda, öncelikle bağımsızlık savaşına katkıları ve ardından 1920'ler ve 30'lardaki modernleşme ve Batılılaşma süreci içinde kadınlara eşit vatandaşlık hakları tanınmasıyla, Türkiye'de kadınların, aslında tüm ülke halkı için son derece yoğun ve hızlı tarihsel dönüşümlerin yaşandığı yirminci yüzyılda, değişimin ivmesini en derinden hisseden grup olduğunu söylemek mümkündür. Bir anlamda, henüz geride bıraktığımız yirminci yüzyılın, kadınlar için, sınırları titizlikle belirlenmiş ve dış dünyaya kapalı bir özel alandan, daha önce kadına yasak olan kamusal alana geçiş sürecinin yüzyılı olduğunu da ekleyebiliriz. Elbette bu geçiş, ülkenin her yanında, tüm kadınlar için eşzamanlı bir süreç olarak yaşanmamıştır. Bu tarihsel dönüşümün de, benzerleri gibi, geniş zaman dilimleri içinde, ayrıca bölgesel, kültürel, etnik ve sınıfsal değişkenlere bağlı olarak gerçekleştiği vurgulanmalıdır. Bu hızlı değişim döneminde, ideolojiler ve yaşam biçimleri hızla değişirken, birbirini izleyen kuşaklardan kadınların, birbirleriyle ilişkileri, iletişimleri ve kuşaklar arasındaki aktarımlarının (kuşaktan kuşağa geçirilen değerler, yaşam deneyimi ve beklentiler anlamında), söz konusu gelenekselden moderne evrilme sürecinden etkilenişi üzerine düşünmek gerekir.

Yalnızca ev içinde ve aileye hizmet etmek üzere yetiştirilmiş, örtülmüş, kapatılmış, eğitimden yoksun ve kamusal hayattan yalıtılmış Müslüman Osmanlı kadını ile Cumhuriyet'in kuruluşunu ve reform hareketlerini izleyen yıllarda, laik cumhuriyetçi ideoloji ile yetiştirilen, eğitimli, çağdaş Batılı değerleri benimsemiş, "yeni" Türk kadını arasında, birbirini izleyen herhangi iki kuşağın kadınları arasındaki doğal geçişi ve sürekliliği bulabilir miyiz? Bu kuşaklar arasında, ani ve hızlı dönüşümlerin yaşandığı dönemlere özgü, geçmişi şimdiden, geleneği yeniden koparan bir çatlak var mıdır? Değişimin hızı, bağları koparıp, kuşaklar arası aktarımları yok etmiş midir acaba? Geçmişten bugüne uzanan bir köprü kurulabilir mi yoksa? Yüzyılın başında ataerkil bir toplum yapısı içinde, islâm kültürü ve gelenekleriyle belirlenmiş kadın hayatları ve deneyimleri, yüzyılın sonunda belli ölçülerde ekonomik ve cinsel özgürlüğe sahip kadın hayatları ile diyalog kurabilir mi? Bu sorulara sosyal bilimler açısından yanıt aramak mümkündür. Ayrıca, edebiyat alanında da kadın yazarlarımız, özellikle yakın dönemde, eğitimli, çağdaş meslek sahibi günümüz kadınının, yirminci yüzyıl sonundan, geriye dönük bir bakışla, geçmişini ve kendinden önceki kuşakların kadınları ile bağlarını arayışını, temel izlek ya da izleklerden biri olarak kullandıkları eserler ortaya koymuşlardır.1 Bu çalışma, günümüz yazarlarından Erendiz Atasü'nün, "Arda Kalan" adlı uzun öyküsü ve Dağın Öteki Yüzü adlı romanında yaratılan kadın karakterlere, yirminci yüzyılın zaman tünelindeki kadın portreleri ve kuşaklar arasındaki iletişim, aktarım ve süreklilik açısından bakmayı hedefler.

Erendiz Atasü'nün "Arda Kalan" ve Dağın Öteki Yüzü adlı eserlerindeki yetişkin kadın karakterler -öyküde Selma, romanda anlatıcı- yirminci yüzyıl sona yaklaşırken, geriye dönük bir bakışla, kendilerinden önceki iki kuşağın kadınlarını anlamaya ve kendi yaşamları ile onların yaşam ve deneyimlerini, bir "süreklilik"2 duygusu ile bütünleyecek ilmeği bulmaya çalışmaktadırlar. Dağın Öteki Yüzü, çocukluğu göç ve savaş yıllarının zorluklan ile zedelenen, Cumhuriyet'in kuruluşundan sonra yüksek eğitim olanağı bularak, ülkenin yeniden kuruluşunda özveri ile çalışan, Atatürk döneminin Kemalist ülkülere coşku ile bağlı 'yeni kadm'ı Vicdan'a, "Arda Kalan" ise bir önceki kuşağın, Osmanlı Imparatorluğu'nun çözülüş yıllarına doğmuş, savaşlar, kayıplar, kaçışlarla örülmüş bir hayata dört elle sarılmış 'eski kadm'ı Rabia Hanım'a bakar, anlamaya çalışarak. Atasü'nün bu eserlerinde yarattığı yetişkin kadın karakterler, kendilerinden önceki iki kuşağın kadınlarının hayatlarını, kendilerine doğrudan ya da dolaylı aktarılmış anılar, öyküler ve anımsayışlardan yola çıkarak, tek tek örülmüş onlarca motifin birleştirilmesiyle oluşturulan yekpare bir tığ işi örtüyü yayarcasına yeniden kurarken, sevginin ötesine geçmeyi ve bu kadınları bilmeyi istemektedirler.

Erendiz Atasü'nün 1985'te yayımlanan Lanetliler adlı öykü kitabının başında yer alan "Arda Kalan" adlı uzun öyküsünde, yüksek eğitimli, meslek sahibi, otuzlarına yakın, bekar ve yalnız bir kadın olan Selma, mesleki bir toplantı dolayısıyla, hayatı boyunca yaşadığı şehir olan istanbul'dan, yıllar önce kaybettiği babasının memleketi olan Trabzon'a gider. Selma için bu yolculuk, bir iş gezisi olmanın ötesinde kendisinin ve ailesinin geçmişine döndüğü ve geçmişle şimdinin bağlarını aradığı, aslında zaman içinde yapılan bir yolculuktur. Genç kadının amacı, az tanıdığı, fakat acılar ve kayıplarla yoğrulmuş "bir direnç anıtı" olarak hatırladığı babaannesinden "arda kalanı bulmak"tır.3 Bir anlamda Selma'nın yolculuğu, yirminci yüzyılın son çeyreğinin Türkiye'sinde yaşayan kentli ve modern bir genç kadının, ondokuzuncu yüzyılın son çeyreğine doğmuş, on beşinde evlenmiş, beş erkek evlat büyütüp beşini de kendinden önce gömmüş, savaş, göç, mahrumiyet görmüş, hayatı boyunca kırsal ve geleneksel yaşamış bir eski kadınla, anılarda buluşmaya gidiş yolculuğudur. Kendisininkinden çok farklı bir dünyaya doğmuş, çok farklı bir hayat yaşamış ve şimdi Karadeniz'in laciverdine tepeden bakan bir mezarlıkta yatan babaanneden "arda kalan"ı, özellikle de bir kız torun olarak kendisine miras kalanı aramaya gidiştir bu. Babaanne ve torun, iki yetişkin kadın olarak, Atasü'nün Dağın Öteki Yüzü adlı romanında, iki kuşağın kadınlarını birbirinden ayıran çatlağı anlatmak üzere kullandığı bir imgeyle, "birbirinden hızla uzaklaşan karşılıklı iki kıyıda durmuş,"4 biri istanbul biri Karadeniz ağzıyla, boşluğun yuttuğu ve birbirine ulaşamayan sözler mi bağıracaklardır umarsızca? Yoksa iki kıyının birbirine yaklaştığı ve her iki kadının da kolayca diğerine ulaşıp dokunabileceği bir yer var mıdır? Selma, kendi kuşağının kadınlarının -kendisi ve babaannesinin yaşamının son yıllarında, sevgisi ve güveniyle beslediği, eğitimine emek verdiği, topraksız köylü kızı, bugünün Dr. Remziye'si gibi- aradığı "süreklilik duygusu "nu,5 Dağın Öteki Yüzü'ndeki anlatıcının "orta yaşa ve [annesini] yitirmeye doğru yol alırken," ansızın doğan bir bilinçle "yaşamdaki en büyüleyici şey" olduğunu fark ettiği "bu süreklilik" duygusunu bulabilecek midir?6

Babaannesininkinden böylesine farklı bir dünyada yaşarken, onu yitireli yıllar olmuşken, babaannesinin neredeyse tutkuyla bağlı olduğu ve Çar ordusunun işgalinden kaçtıkları kısa süre dışında tüm yaşamını geçirdiği, cumbası Karadeniz'in dalgalarına bakan, "çevresiyle, toprakla, o topraktan fışkıran bitkilerle barışık ahşap evin[in] yerinde" çevreye "düşmanca bakan kocaman bir blok,"7 babaannesinin ve onun hayatına ait herşeyin yok olmuşluğunu vurgularcasına dikilirken, "hiçbir şey kalmamış geriye"8 demek kaçınılmaz görünür Selma'ya. Oysa, "arda kalan hiçbir şey yoktu"9 dediği anda, beton bloğun önünde, eskiden babaannesinin bahçesi olan alanda, Rabia Hanım'ın yaşamından izler ansızın Selma'nın karşısına çıkar. Kendi yaşlarında genç bir kadın, Selma'yı tanır ve ona babaannesinin son yıllarını anlatır. Genç kadın, çocukluk döneminde Rabia Hanım'ın sevgi ve desteğiyle eğitimini sürdürebilmiş ve onun verdiği cesaretle düşlerinin peşinden gitmiştir. Yaşadığı tüm acı ve kayıplara rağmen Rabia Hanım, "ölümle barışık" ama "hayata dönük"10 yaşadığı ihtiyarlık günlerinde, bahçesindeki bitkiler gibi, el ve yürek uzattığı bu kız çocuğunu da yeşertmiştir. Babaannesinin varlığının, "Rabia Hanım'ı tanırdım, severdim, ona borçluyum" diyen "şu yabancı kadının sevgisinde yankılandığını"11 duymak, Selma için babaannesinin "insanlar evreninde"12 bıraktığı bir ize ulaşmak demektir. Genç kadın, Selma'nın, değişen, yıkılan, yok olan bunca şey içinde "sürüp giden"13 şeyleri görmesini sağlayacaktır. "Sürüp giden", "Rabia Hanım'ın anısı ve etkisi"dir.14

Rabia Hanım'ın sardunyaları, onun ölümünden yıllar sonra, hâlâ zamana ve ölüme meydan okuyarak açmayı sürdürürler. Remziye, Rabia Hanım'ın sardunyalarında gizlenmiş mesajını, Selma'ya iletir; sardunyalar, Rabia Hanım'ın kendisi ve ölümünden sonra süren "anısı ve etkisi" gibi "dirençli"15 çiçeklerdir. "Kimbilir belki de bir süreklilik vardı" diye düşünür Selma: "Rabia Hanım, maraba kızı çocuk Remziye'yi, Dr. Remziye yapan değişimlere katılmıştı ve böylece de sürekliliğe kavuşmuştu, insandan insana, kuşaktan kuşağa iletilen etkilerin ve bu etkileşimin yarattığı değişimlerin sürekliliğine."16 Şimdi sıra Selma'nın kendisini ve yaşamını, babaannesinin anılarında süren etkisine açabilmesine gelmiştir. Rabia Hanım, "düzgün bacaklarını iletmişti iki kuşak öteye Selma'ya;"17 ama Selma hazır olduğunda, elbette ona "o köklü gücünü" ve "direncini" de iletecektir.18

Anıların yamalı bohçasında tekrar hayat bulan Rabia Hanım, hayatı boyunca, güçlü, kararlı ve dirençli bir kadın olmakla birlikte, içine doğduğu dünyanın geleneklerinin dışına hiç taşmamıştı: "Bağımsız yaradılışına karşın hep bir erkeğin, önce babasının, sonra kocalarının egemenliğinde yaşamaya alışmıştı. Yağmur gibi, kar gibi, Tanrı'dan gelen doğal olaylar gibi kabullenilirdi bu egemenlik, üstüne soru sorulmazdı."19 Öte yandan, ailesini korumak söz konusu olduğunda, Rabia Hanım erkek egemenlik alanına girmekten çekinmemiş, yaklaşan Çar ordularının önünden kaçanlara katılıp, eline önce silah, sonra kürek alıp Karadeniz'in tehlikeli sularında günlerce kürek çekerek ailesini selamete ulaştırmıştı. Üç oğlanla ilk dul kaldığında yirmi iki yaşındaydı. Beş evladının beşini de -üçü delikanlılık çağında- gömdü, istanbul'da yaşayan tek torunu Selma dışında, ailesinden tek hayatta kalan kendisiyken bile, "hayata dönük" yaşamayı, etrafına sevgiyle bakmayı başarmıştı. Selma'nın şimdi karşısında duran Dr. Remziye, Rabia Hanım'mkilerden çok farklı olmakla birlikte, yaşamının ayakta kalabilmek ve acılaşmadan yaşayabilmek için aynı ölçüde direnç, güç ve insan sevgisi gerektiren deneyimlerini, Rabia Hanım'ın, çocukluktan ilk gençliğine geçiş döneminde ona cömertçe sunduğu sevgi ve güvende, Rabia Hanım'ın "anısı ve etkisi"nde bulabilmişti. Selma'ya aktarılan anıların bileşiminde canlanan Rabia Hanım, zorluklar ve acılarla yoğrulmuş, ama yenik düşmemiş, yıkılmamış ve hep hayatın yanında olmuş bir kadındı: "... hayatı, belirli ve yalın kalıplar içinde, bu kalıpları yad-sırcasına kabara köpüre akmıştı. Dar bir yatağa hapsedilmiş, suları hırçın ve coşkulu bir ırmaktı o... Gökler gürlemiş, şimşekler çakmış, yıldırımlar düşmüş, bütün bunlara ırmak katılmış ve dayanmış, ama yatağından taşmasına izin verilmemişti. O da yatağını oymuş, değiştirmiş, derinleştirmişti. Gürleşen sularıyla kıyılarını yeşertmiş, bazen de suyunu yitirmiş, cıhzlaşmıştı. Ama hiçbir zaman tümden kurumadı. Sularının taşıdığı pırıl pırıl çakıl taşlarını bir dantel inceliği ve güzelliğiyle, çeri çöpü bir moloz yığınının kaba çirkinliğiyle denize döküldüğü yerde biriktirdi durdu. Yığdığı pislik, her zaman, saçtığı güzelliklerden azdı."20

Geçmişin anılarında, kendine inanan, mücaleleci ruhlu, "çevresinde değişen hayata şaşkınlık ve ürküntüyle değil, merak ve anlama isteğiyle"21 bakan, nefreti değil sevgiyi yeşerten, "olaylara aklıyla yaklaşan"22 bir kadın olarak beliren Rabia Hanım, Selma'ya, yüzyıl başının geleneksel bir ataerkil yapı ve islâm kültürüyle şekillenmiş toplumunda, üstelik savaş, kaçış ve göç yıllarında yaşanmış kendi hayatını açarak, göreli olarak daha durağan bir dönemde ve kadın olarak daha ayrıcalıklı koşullarda yaşayan Selma'ya, kendine inanç ve mücadele ruhu aşılamaktadır. "Trabzon'a Rabia Hanım'dan arda kalanı bulmaya"23 gelen Selma, babaannesinin yok edilmiş evinin bahçesinde, babaannesinin diktiği ve hâlâ çiçek açmayı sürdüren sardunyalarda, "bu toprakla bütünleşmiş"24 babaannesini bulur. Rabia Hanım'ın sardunyaları, yaşamın, "insandan insana, kuşaktan kuşağa iletilen"25 anılar ve anımsayışlarla varolan sürekliliğinin sembolü olurlar. Yaşarken fazla tanıma fırsatı bulamadığı babaannesine, Selma, anılarda ulaşmış, iki kuşağı birbirinden ayıran suyun iki kıyısının birbirine sokulduğu noktada, kendisini "Rabia Hanım'ın anısı ve etkisi"ne26 açarak, önceki bir zaman diliminin ve başka bir dünyanın kadınının yaşam deneyimlerinden kendininkilere köprü atmıştır.

Roman formunda yazılmış bir eser olarak Dağın Öteki Yüzü, karakterleri ve izleksel düzlemleri açısından, oldukça uzun olmakla birlikte öykü türünün sınırlarıyla belirlenen "Arda Kalan"a kıyasla, doğal olarak daha zengin ve karmaşık bir yapıya sahiptir. Yüzyıl sonundan geriye dönük bir bakışla yüzyılın tamamını kucaklayan roman, yazarın merceğinden, yirminci yüzyıl Türkiye'sinin tarihsel bir panoramasını çizerken, özellikle Kemalist kuşağa, ülküleri, coşkuları, mücadeleleri, yengileri ve yenilgileriyle yeniden hayat verir. Romanın birbirine örülmüş farklı izlekleri arasında, orta yaşa yaklaşan kadın anlatıcının, kendinden önceki kuşakların, özellikle de annesinin kuşağının kadınlarını anlama çabası, daha önce "Arda Kalan" öyküsünün merkezinde olan "süreklilik" arayışının uzantısıdır. "Seni, tanıyamadığım annemi bulmak istiyorum," der anlatıcı. "Nerdesin?"27 Dağın Öteki Yüzü, bir düzlemiyle bu arayışın öyküsüdür. Esere, farklı düzlemlerde anlam zenginlikleri katan adını, 'kadın' izleğinde yorumlarsak, Dağın Öteki Yüzü'nde yazar/anlatıcı/kız evlat, annesi Vicdan'ın "öteki yüzü"nü bulmak ve onu, kimliğinin ve kişiliğinin bütünlüğü içinde tanımak çabasındadır.

"Arda Kalan"da olduğu gibi, burada da, kadın karakterin/anlatıcının tanımak ve bilmek istediği kadın, fiziksel olarak artık yoktur. Fakat bu kez, Selma'yı babaannesi Rabia Hanım'a ulaştıran, ona aktarılan anılar, anımsayışlar ve Rabia Hanım'ın elinin yeşerttiği yaşamların -sardunyalar ve Dr. Remziye gibi- tanıklığının yanı sıra, Vicdan'ın içine doğduğu dönemin gereği, belgeler, "eski fotoğraflar ve albümler"28 de vardır annesine ulaşmaya çalışırken romandaki anlatıcıya yol gösterecek ve onu farklı Vicdanlar'a taşıyacak olan. Aslında bu arayışı başlatan, yazar/anlatıcının annesinin ölümünden sonra "ondan kalanlar"ı29 incelerken karşısına çıkan mektuplar olmuştur. Bu mektupları okuması, anlamlandırması ve yorumlaması, bir anlamda, yeni belgelerin ışığında, ailesinin, kendisinin ve hatta belli bir dönemin tarihini yeniden yazmaya götürecektir onu. Tümüyle öznel anımsayışlarla, fotoğraflar, mektuplar, şiirler, şarkı sözleri, gazete haberleri ve yorumlarından alıntılar gibi belgeselliği olan malzemeyi, imgeleminin yardımıyla birbirine örerek kendi metnini oluşturur.

"Arda Kalan"daki babaanne, Selma'ya hem zamanda hem mekânda uzak olmuş bir kadındır, iki kuşak önceye ait, hep uzak bir şehirde yaşamış, uzun aralıklarla ziyaret edilmiş bir yaşlı kadın. Oysaki Dağın Öteki Yüzü'nde, zamanı ve mekânı paylaşarak yaşamış, eğitimli ve meslek sahibi kadınlar olarak yaşam deneyimleri yakın olmuş bir anne kız ilişkisinin ertesinde başlar anneyi arayışın geçmişe bakan yolculuğu. Bu yolculukta kızı, Vicdan'ın yaşamının göç, işgal, yetimlik ve yokluk, Cumhuriyet yıllarıyla birlikte parasız yatılı, devlet bursuyla ingiltere'de eğitim, dönüş, meslek yaşamı, evlilik, annelik gibi farklı dönem, kimlik ve deneyimlerini bulur. Yazar/anlatıcı, eski fotoğraflar, mektuplar, anılar ve ammsayışları, imgelemin tutkalıyla bir araya getirerek, bir mozayiğin karmaşık desenini oluştururcasına yeniden kurar annesinin yaşamını. Bu mozayikte Vicdan, yaşamının farklı kesitlerindeki deneyimleri ve kimliklerinin, annesi, kardeşleri, eşi, en yakın ve erken yitirilmiş dostu Nefise ve kızı ile ilişkilerinin oluşturduğu karmaşık bir dokunun içinde beliriveren yeni bir desen, öncekilerin hepsini bütünleyen ve aşan yeni bir kimlik olarak belirir. Bu yeni kimlikte, yalnızca, anlatıcının anımsadığı, orta yaş ve yaşlılık döneminin kırgın ve kederli Vicdan'ı değil, (Uludağ fotoğrafının görünür kıldığı) gençliğin coşkusu ve sevinciyle parlayan, Cumhuriyet'in ilk yıllarının umutlu ve masumiyetini yitirmemiş Vicdan'ı da vardır. "Yazgı nedir ki, kişinin içine doğduğu tarihselliğin sınırlarından başka..."30 demektedir anlatıcı romanda. Kendisinin geriye bakarak, annesini, anne kimliğinin ötesinde tanıma çabası, (her anne-kızda olduğu gibi) farklı yazgılara doğmuş iki kadının, "sarmallarla akan" zamanın asla kapanmayan "döngü"sünde iki yetişkin olarak buluşmalarını sağlamıştır.31

Vicdan, kendi annesiyle olan ilişkisinde, üç çocukla, Balkan Harbi'ni, göçü, Kurtuluş Savaşı'nı yaşayan, "çocuk yüreğine Mustafa Kemal Paşa sevgisini sokan millici anası"nın,32 "o coşkulu, dirençli genç kadın"ın, sonraki yıllarda "hep yakınan, yüzü gülmez"33 Fitnat Hanım'a dönüşmesini kabullenememiştir. Bununla birlikte, "geriye bakınca", "babasız çocuklarıyla savaş yıllarında ayakta durmak zorunda olan bütün kadınlar"34 gibi, Fitnat Hanım'ın da güçlü bir kadın olduğunun farkına varır. Ne var ki, bir önceki kuşağın yalnızca gücü ve direnci değil, acılı deneyimleri de sonraki kuşağa aktarılmaktadır kaçınılmaz olarak. Kendisi, annesini küçük yaşta yitirmenin acısını derinden yaşayan Fitnat Hanım, işgal istanbul'unda ölüm tehlikesini yakında hissederken, yokluğuna alıştırmak için, hiç sevmemiş, hiç dokunmamış-tır çocuklarına "ancak böyle, güçlü olabileceklerini sanarak]."35

Atasü'nün "Çocukluğumu istiyorum Çocukluğumu Verin Bana" isimli öyküsünde, hem "karşı konmaz bir güç" hem de "ürkmüş ve çaresiz," "korkusunun sesini duymamak"36 için bağıran bir kadın olarak çizilen Fitnat Hanım gibi, Kadınlar da Vardır'da "Yemenden Bir Yel Esti" öyküsünün, kitabın kapağına fotoğrafı konmuş "alımlı," "güzel ve canlı"37 Fitnat Hanım'ı da, Dağın Otelci Yüzü'ndeki Fitnat Hanım karakterinin kişilik ve yaşamından izler ve yansımalar taşırlar. "Yemenden Bir Yel Esti" adlı öykü, Lanetliler'deki "Arda Kalan" öyküsünü çağrıştırarak, "Fitnat Hanım, Fitnat Hanım, nerelerdesin? Ne kaldı senden geriye? Kimsenin bakmadığı albümlerdeki sis rengi eski fotoğraflardan başka..."38 cümleleri ile açılır. Bir başka "arda kalan," "geriye kalan" öyküsüdür bu da. Bir an esen yel gibi, tek solukta okunan bu kısa öyküde, anlatıcı, Fitnat Hamm'ın mirasının farkındadır: "...oğullarını şımarttıkça şımarttın, kızlarını erdemli olsunlar diye sıktıkça sıktın, ezdikçe ezdin. Onlar da kendi kızlarını sıktılar, öyle eğittiler, tıpkı senden gördükleri gibi. Fitnat Hanım, Fitnat Hanım, nerelerdesin? Estin geçtin bre Fitnat Hanım, uğultun kız torunlarının tutuk davranışlarında yankılandı sonunda."39 Kendine ait bir evi, toprağı ve bu toprağı işleyecek beceri ve gücü olan kır kökenli Rabia Hanım'dan farklı olarak, aile içi ekonomide işlevi yalnızca, erkeğin getirdiği parayı, kalabalık ev halkını çekip çevirmeye, etrafa karşı belirli bir statü ve yaşam düzeyinin görüntüsünü vermeye indirgenmiş olan kentli Fitnat Hanım'm yaşamını ve kişiliğini sakatlayan, bağımlı ve muhtaç kadın konumu ve kimliği, yaşamı boyunca çocuklarıyla ilişkilerini de zedeleyecektir.

Rabia Hanım, Fitnat Hanım, Vicdan, ve hatta onun genç yaşta ölen arkadaşı, Vicdan'ın "aynası," "tersine izdüşümü, öbür kendisi, olmak istediği"40 Nefise... Dağın Öteki Yüzü'ndeki anlatıcı/yetişkin kadın karakter, geriye dönük bir bakışla, geçmişini ve kendinden önceki kuşakların kadınları ile bağlarını ararken, "yaşamdaki en büyüleyici şeyin" kuşaklar arasındaki "süreklilik" olduğunu keşfeder: "Bir kuşak önceki kuşaktan doğuyor, bir sonraki kuşağa batıyordu, iki kaynaşmanın arasında yükselen ve alçalan bir dalga gibi, geçici bir süreçti 'ayrı kimlik.' Hepsi bu... Annemin varoluşu benimkinde eriyordu."41 Bu "süreklilik" bilinci, bir anlamda, anlatıcının önceki kuşaklardan "arda kalan" mirasa istekle sahip çıkmasını sağlar. Annesi kadar Nefise'nin de kızı olduğunu söylerken, annesinin tutukluğu kadar Nefise'nin "şeytanları"nı42 ve "yazgısına başkaldırışını43 da miras almayı seçmektedir. Romanın sonunda, yaşamı ve ölümü, süreklilik temel motifi etrafında bir araya getiren mezarlık sahnesinde, sonunda fiziksel varlıkları "birbirlerinin içinde erimiş" anne ve babasının mezarları üstüne uzanarak, "onların maddesel özünü emmiş toprağın üstünde... duyguları[n]da düşlerin[in]de yeniden bulduğu onlarla, toprağın ve bitkilerin gövdesi[n]deki temasını buluştur[ur].44 Mezarlıktan çıktığında onu bekleyen kendi kızı, romandaki dördüncü kuşak, zincirdeki dördüncü halka, "annesiyle bir annesinden ayrı, özdeş ve farklı,"45 sürekliliğin şimdiki zamandaki uzantısı, birbirleriyle kesişen farklı coğrafyalar ve yaşamların, birbirlerine eklenen kuşakların bir özeti, bir bileşimidir. Genç bedeni "Makedonya'dan Girit'e Ege'den Kafkasya'ya"46 genişleyen bir tarih ve coğrafyanın fiziksel mirasını barındırmaktadır. Romanın son cümleleri, yazar/anlatıcının geriye dönük bakışını bugüne taşıyarak geleceğe uzatır: "Anne, hava kararıyor, nerde kaldın? Burdayım, yavrum; sendeyim."47 Vicdan'ın kızı, "Işığa bulanmış eli[n]i"48 kendi kızına uzatırken, "yaşamdaki en büyüleyici şey"49 olan süreklilik köprüsünü kurmakta, önceki kuşakların yaşamında yakaladığı ilmeği bir sonraki kuşağa iletmektedir.

Notlar

1 Deniz Kandiyoti, "Ataerkil Örüntüler: Türk Toplumunda Erkek Egemenliğinin Çözümlenmesine Yönelik Notlar" başlıklı makalesinde, "kadınlık ve erkeklik kimliklerini belirleyen özgün kültürel kuralları ve bunların doğurduğu etkileri inceleme" konusunda sosyal bilimciler henüz "uygun bir dil" geliştiremezken, "kendilerini farklı sosyal bilimler disiplinlerinin modelleriyle bağlı saymayan ... kadın romancılarımızın," kadınların kimlik ve deneyimlerine "duyarlılık ve çoğu zaman da belirli bir mizah anlayışıyla yaklaşmayı ... bir ölçüde başardıklarını" söyler. Ss. 381-82. 1980'ler Türkiye'sinde Kadın Bakış Açısından Kadınlar. Şirin Tekeli, ed. (1990) istanbul: iletişim Yayınları, 1993.
2 Atasü, Lanetliler, s. 74; Dağın Öteki Yüzü, s. 223. Atasü, Erendiz. Lanetliler, istanbul: Afa Yayınları, 1985. Atasü, Erendiz. Dağın Öteki Yüzü. (1995) istanbul: Remzi Kitabevi, 1997.
3 Lanetliler, s. 7.
4 Dağın Öteki Yüzü, s. 247.
5 Lanetliler, s. 74.
6 Dağın Öteki Yüzü, S. 223.
7 Lanetliler, s. 19.
8 A.g.e., s. 70.
9 A.g.e.. s. 11.
10 A.g.e., s. 48.
11 A.g.e., s. 70.
12 A.g.e., s. 70.
13 A.g.e., s. 74.
14 A.g.e., s. 74.
15 A.g.e., s. 74.
16 A.g.e., s. 74.
17 A.g.e., s. 11.
18 A.g.e., s. 11.
19 A.g.e., s. 48. mirasını barındırmaktadır. Romanın son cümleleri, yazar/anlatıcının geriye dönük bakışını bugüne taşıyarak geleceğe uzatır: "Anne, hava kararıyor, nerde kaldın? Burdayım, yavrum; sendeyim."47 Vicdan'ın kızı, ! "ışığa bulanmış eli[n]i"48 kendi kızına uzatırken, "yaşamdaki en büyüle- , yici şey"49 olan süreklilik köprüsünü ! kurmakta, önceki kuşakların yaşamında yakaladığı ilmeği bir sonraki kuşağa iletmektedir.
20 A.g.e., s. 63.
21 A.g.e., s. 63.
22 A.g.e., s. 73.
23 A.g.e., s. 11.
24 A.g.e., s. 74.
25A.g.e.,s. 74.
26 A.g.e., s. 74.
27 Dağın Öteki Yüzü, s. 39.
28 A.g.e., s. 47. j
29 A.g.e., s. 15. ) j
30 A.g.e., s. 278. j
31 A.g.e., s. 280.
32 A.g.e., s. 245. l
33 A.g.e., s. 246.
34 A.g.e., s. 216.
35 A.g.e., s. 217.
36 Atasü, Erendiz. Dullara Yas Yaraşır. (1988) Ankara: Bilgi Yayınevi, 1998. s. 129.
37 Atasü, Erendiz. Kadınlar da Vardır. (1983) , Ankara: Bilgi Yayınevi, 1997. s. 185. o:
38 A.g.e., s. 185.
39 A.g.e., s. 191.
40 Dağın Öteki Yüzü, s. 278.
41 A.g.e., s. 223.
42A.g.e., s. 81.
43A.g.e., s. 278.
44 A.g.e., s. 277.
45 A.g.e., s. 281.
46 A.g.e., s. 281.
47 A.g.e., s. 281. [italikler bana aittir.]
48 A.g.e., s. 281.
49 A.g.e., s. 223.