Erendiz Atasü: Bir Yaşdönümü Rüyası
Hayatı Keşfetmenin Romanı
NUR ORAL
Türk romanının gelişimini ve bugün geldiği noktayı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Türk romanının Türkiye aydınlanmasının en başarılı sentezlerinden biri olduğunu düşünüyorum. Romanımız üstüne kapsamlı bir inceleme hazırlamış olan Amerikalı Türkolog Robert Finn'e tamamen katılıyorum; temelde batılı bir tür olan romanı, yazarlarımız bize ait konularla ve insan manzaralarıyla mükemmel biçimde harmanlamışlardır. Elbette kimi eksiklerimiz vardır. Romanımız toplumsal dramlar içindeki insanı, doğayla mücadele eden insanı anlatır da, yakın bireysel ilişkilerdeki çatışmaları ya da insanın kendisiyle olan hesaplaşmalarını ifadelendirirken biraz kekemeleşir. Oysa bir yüzyıl önce, Mehmet Rauf ve Halit Ziya gibi psikolojik romanın şaheserlerini yaratmış büyük yazarlar yetiştirmiştir edebiyatımız. Belki diyorum, insan ruhuna nüfuz etmesini çok iyi bilen bu yazarlarımızın ne yazık ki ağdalı bir Osmanlıca kullanmaları, ya da bizlerin -genelde toplum, özelde edebiyatçılar olarak- gerekliliğinden hiç kuşku duymadığım Dil Devrimi sırasında ve sonrasında biraz tembel davranıp eski dille yeni köprüler kurmayı savsaklamamız onların yapıtlarını yeterince özümsememizi engellemeseydi, bugün romanımız bambaşka bir yere ulaşmış olurdu. Romanımızın bir başka eksiği felsefeye uzak bir toplum oluşumuzla ilgili gibi görünür bana. Hem sürükleyici bir hikâye anlatıp hem de bu hikâyeye felsefi ya da düşünsel boyut katmasını pek beceremiyoruz. Tanpınar çapındaki bir yazarda bile kültür tartışmaları ekleme durur. Bunun bir nedeni -ya da sonucu- romanımızın, düşüncelere, tezlere, sanatsal karşılıklar yani imgeler ve simgeler bulmakta biraz zorlamasıdır. Düşünceleri, kurguya iyi yedirilmiş imgeler ve simgeler aracılığıyla vermenin başarılı bir örneğini, roman açısından verimli geçen bu yıl yayımlanmış yapıtlardan birinde, değerli yazarımı Tahsin Yücel'in 'Yalan'ında buldum. Kitabı okuyanlar dediğime hak vereceklerdir.
Bir roman yazarı olarak, sizce roman nedir?
Roman, bireysel ve toplumsal dönüşüm ve etkileşim süreçlerini; hayatın geniş ufkunu, o büyüleyici çok katmanlılığını, şaşırtıcılığını, belirsizliğini enine boyuna irdelemek için ideal bir tür. Sayısız imkan sunuyor yazara.
Eserlerinizde çoğunlukla kadın temasını işliyorsunuz...
Ben bir kadınım. Kadınları anlatmam doğal değil mi? Ayrıca kadınlık hayat anlatmamız biz kadın yazarların misyonlarından biridir diye düşünüyorum. Bir takım yaşantılar, özellikle bir kadının gövdesiyle ilgili yaşantıları zihinlerde öyle bulanık ki... Basmakalıp geleneksel yargıların, ya da sözde bilim formüllerin arasına sıkışmış... Ancak romanlarımın sadece kadınları anlattığını söylemek bence mümkün değil. Gerek 'Dağın Öteki Yüzü", gerek 'Gençliğin O Yakıcı Mevsimi', gerek de 'Bir Yaş Dönümü Rüyası', kadın kahramanla yanı sıra erkekleri de derinlemesine incelemektedir. Zaten hayatı başka ne türlü yansıtabilirsiniz ki? Bu kitabın baş kişileri Feride ve Şirin kadar Sedat ve Kamuran'dır. Belki de erkekleri daha anlatabiliyor, kadınlar. Yazar olsun olmasınlar, hayatlarının büyük bir bölümü yakınları olan erkekleri incelen ve onların gönüllü psikiyatristliğini yapmakla geçtiğinden olmalı!... Bana asıl ilginç ve büyüleyici gelen, hepimi geçmişten, haberdar olmadığımız nice izler taşımamızdır. Bu geçmiş sadece aile tarihçelerimiz değildir, tarihselliğin ta kendisidir. Sedat'ın ve Kâmuran'ın mahrem yaşantıları, seçimleri, yönelişleri, seçim yapamayışları onları yetiştiren büyüklerinin kıstırılmışlığında mayalanmıştır. Peki o insanları köşelere sıkıştıran nedir? Tarihsellikten başka? Romanın bir yerinde "Hayatın yalnızca senin eserin değildir." deniyor. Peki, öyle hayatımız kimlerin ya da nelerin eseridir? Bence bu kitabın asıl derdi, bu sorunun yanıtını araştırmaktır.
Eserlerinizin adlarını nasıl belirlersiniz?
En güzel adlandırmalar birden gelen esinle ortaya çıkanlardır.
Bir romancı olarak kendinizi nasıl değerlendiriyorsunuz?
Çok satma kaygısının yazarlarımıza yaramadığı kanısındayım. Post modern edebiyatın oyunsuluğuyla gereğinden çok flört edildiğini, okuru eğlendirme ya da şaşırtmaya çoğu kez, ne yeri ne zamanıyken başvurulduğunu düşünüyorum. Yapıtın ana sorunsalının, temel iletilerinin daha berrak, daha güzel ifadelendirilmesine katkıda bulunuyorsa kurgu oyunları, başımın üstünde yerleri var. Ama yapıtın derin anlamını bulanıklaştırıyor, etkisini zayıflatıyorlarsa, ne işe yaramaktalar? Kendim için şunu söyleyebilirim: Romanımızın yukarıda değindiğim eksikliklerini aşmaya çabalıyorum. Bunu hemen, bir iki romanda yapıyor değilim, iki tümce halinde özetlenince, kolay bir şey gibi duruyor. Oysa öyle değil. Eksiklikleri sadece saptayabilmek bile hayli eleştirel ve kıyaslamalı okuma ve düşünme gerektirmekte.
'Bir Yaş Dönümü Rüyası' nasıl doğdu? Böyle bir roman yazmayı uzun bir süredir planlıyor muydunuz, yoksa ani bir kararla mı bu işe giriştiniz?
Romanı iki yılda yazdım. Önceden tasarlanmış değildi, birden doğdu. İlk fikirler, ilk imgeler, sinema sahnesini andıran görüntüler -Kamuran'ın sirtaki oynaması gibi- bir depremin ardından topraktaki çatlaklardan sızan buharlar gibi içimin derinliklerinden yükseldi. Deprem mi neydi? Belki, hayatın kendisi.
Kitabınızda otobiyografik unsurlar var mı? Ya da şöyle sorayım: Kahramanlarınız sizden izler taşıyor mu, ne kadar?
Hayır, Feride ben değilim. Ne de diğer roman kahramanları hayatıma girmiş kişiler. Onları ben uydurdum. Hayatımın Feride'ninkiyle kesişme noktaları, histerektomi ameliyatıyla ve ergenlik çağında uğranılan dil ve el sarkıntılıklarıyla sınırlı. Bunlar, kadınlar için o kadar ortak yaşantılar ki... Benim kuşağımın genç kızları için bir tür kaderdi, akla gelebilecek her yerde tacize uğramak!.. Genç kadınların daha az çekingen, daha az mahcup, genç erkeklerin bastırılmış cinselliğin daha az baskısı altında bulunduğu günümüzde -en azından kimi toplum kesimlerinde- durumun daha parlak olduğunu ummak istiyorum. Kitabın ne kadarının gerçek olduğunun sorulması bir bakıma hoşuma gidiyor; kitaptaki karakterlerin ve yaşantıların sahici gibi durması, onların inandırıcı çizildiğini gösteriyor, çünkü. Gene de bu kitap tuhaf biçimde çok fazla bana dair. Ve belki de hiçbir kitabımın olmadığı kadar bana uzak ve yabancı. İlk fikirler oluştuktan sonra aramıza çok fazla mesafe girdi. Psikolojileri doğru oturtabilmek için hayli kuramsal metin okumam ve öğrenmem gerekti. Ve Girit bölümünü yazmak için de epeyce tarih ve coğrafya.
Romanın akışı ve sonu sanki devamı gelecekmiş izlenimi uyandırıyor..
Şimdilik düşünmüyorum. Belki ileride romandaki 25 yıllık boşluğu yani Şirin'in ölmeden önceki son 25 yılını anlatan bir roman yazabilirim.
Sizce 1980'lerin, günümüz gençliğine etkisi nedir? 2025'te bu etki nasıl bir değişime uğrayacak?
12 Eylül sonrasının Feride gibi insan tipinin ortaya çıkmasında çok büyük bir payı var. Roman, 2025 yılına bir göz atarak bitiyor. Çeyrek yüzyıl sonra teknolojinin daha da ilerlediği ama temel sorunların şekil değiştirmiş de olsa sürdüğü bir dünyada yaşayacağımızı sanıyorum. Bugünün insanlarının başat özellikleri arasında toplumsal duyarlığın yitirilmesi, bencillik, maddi çıkar düşkünlüğü, hayatı istila eden tüketim ekonomisi ahlakının doğrultusunda, aşkın anlamları olan yaşam öğelerinin bile sıradanlaşması, kullanılıp atılacak bir malzemeye indirgenmesi gibi mutsuzluk kaynaklan sayılabilir. 25 yıl sonra bu kaynakların niteliksel ve niceliksel olarak artacağı kanısındayım. Doğada her şey zıddını doğurur; sevgisiz, dayanışmasız bir dünyanın cehennemden farksız olduğunu sezenler, görenler de çıkacaktır mutlaka. Yarının umudu o İnsanlar olacaktır.
Romanda aslında bilinçli ve eğitimli bir kadın olan Feride'nin, yaşadığı aşklarda hayalci bir kişiliğe büründüğünü görüyoruz. Bu durumda Feride'nİn, hayal İle gerçek arasında sıkışıp kalmış bir kişiliği canlandırdığını ve bunda dönemin siyasi durumunun etkisi olduğunu söyleyebilir miyiz?
Çok doğru bir saptama. Elbette öyle. Feride pek çok konuda bilinçli bir aydın olmasına karşın kendi gerçekliğine aydınlanamamış; özüne yabancı ve kendisiyle arasındaki perde onu hayallere büsbütün itiyor. Bu çok yaygın durumdan, sadece, toplumsal meseleleri bireysel çıkmazlardan önde gören sol İdeolojiyi sorumlu tutmak, kanımca sola haksızlık olur. Biz iç hesaplaşmaları sevmeyen bir toplumuz. Kendini irdelemeye soğuk ve uzak duruşumuzdur asıl neden. Bu soğukluğun derin kökeninde ise göçebelik yatar. Türkiye halkının çok uzun sürmüştür göçebe geçmişi. Toprağa yerleşildikten sonra da, tarihin dayattığı göçlerin ve yıkımların ardı arkası kesilmemiştir. Göçerlerin durup vicdan muhasebesi yapacak zamanları yoktur. Her günün getirdiği yeni dertlerle uğraşmak zorundadırlar. Nitekim roman kişilerinin aile tarihçeleri sancılı göçlerle doludur. Göçebe ruhunun, bireysel sorumluluğu önemsemeyip her şeyi kadere havale eden genel geçer Müslümanlık ahlakıyla birleşmesi, sonuçta kendine yabancı ve bu yabancılığın bile bilincinde olmayan insanlar yaratmıştır. Feride kendini bilmez ama kendini bilmediğini bilir, Yaşlılık arifesinde, çocuğu yaşında bir delikanlıya hayali bir aşkla tutulunca, çektiği acı kendisiyle arasındaki perdeyi yakacak, Feride bastırılmış derin benliğiyle yüzleşebilecektir. Bence, bu yüzleşmeyi mümkün kılan, onun dünyaya soldan bakan irdelemeci zihni, diyalektik işleyen çözümleyici kafası ve inançsızlığıdır. Şunu da vurgulamak isterim. Kendini tanımak, hayallere kapılmayı asla engellemez; başka bir şey yapar, hayalin hayal olduğu bilincini yükseltir. Engelleyemez, çünkü hayalgücünün kökleri bilmenin ve düşünmenin uzanamadığı karanlık bölgelerdedir; bilinçaltın-dadır. Ve hayal etmek insan organizmasının fizyolojik bir işlevidir; yoksa asla rüya görmezdik. Hayatı son derece gerçekçi değerlendiren ve dolu dolu yaşayan insanlar bile kimi kez akla ziyan hayalî saplantıların esiri olabilirler. Her hayatı en az bir kez yoklayan bir olgu. belki bir hastalık, belki de bir ihtiyaçtır bu. Feride, Frc-udien teorinin 'ana-kadın' diye tanımladığı kadınlardan. Onun niye böyle olduğunu, yetişme çağındaki yakın ilişkilerini çözümleyerek vermeye, deyim yerindeyse, ruhunun röntgenini çekmeye çalıştım. Erkeğe karşı soğuk değil ama çok sıcak da değil; erkeksiz yaşayabiliyor. Vücudundaysa duygularının ve kendi hayalindeki kendi imgesinin bir erkeğe ihtiyacı var. Orta yaşında düştüğü açmaz sadece beklenen bir durum.
Feride, evlendiği erkeklerde bulamadığını gerçekten Kamuran'da mı buldu, yoksa Kamuran sadece Feride'nİn hayal ettiği ulaşılmaz aşkın yaşayan temsilcisi miydi?
Feride kocalarıyla ulaşamadığını Kamuran ile elde etmedi ama biraz gençliğe özlemi ve biraz da anaçlık duygusu onu Kamuran'a bağladı. Bunun yanında Feride erkeklerden korkuyordu, içine kapalı bir yapısı vardı ve Kamuran ona ulaşılmaz geldiği için aslında hayalinde yarattığı aşkı, gene ulaşılmaz biri olan, Kamuran'da buldu.