Feride Sabuncuoğlu

TARİH ve BİLİNÇ AKIMI KOLAJI

Feride Sabuncuoğlu

        Erendiz Atasü ile okur/yazar ilişkisi olarak başlayıp kısa sürede dostluğa dönen arkadaşlığımız otuz yıla yaklaşıyor. Bu uzun zaman içinde onun  karmaşık meseleleri yalınlaştırabilen yaklaşımına tanık olmuşumdur. Bir eğitimci olarak bunun iyi bir öğreticilik özelliği olduğunu söyleyebilirim. Erendiz’in farkı bu işi meselelerin önemini küçültmeden ve hatırda kalacak şekilde yapabilmesidir.

        ‘’Baharat Ülkesinin Hazin Tarihi’’ ni olurken ilk düşüncem, buydu. Daha önceki romanlarında ve hikayelerinde uzun toplumsal süreçleri hep birkaç bireyin ilişkilerinin çerçevesinde verebilmişti . ‘’Dağın Öteki Yüzün’’de birkaç kişinin hayatları anlatılırken, bir yandan da onların hayatları bağlamında Cumhuriyet tarihinin canlandırılması gibi. ‘’Güneş Saygılı’nın Gerçek Yaşamı’’nda Güneş’in ve sevdiği erkeklerin yaşamları anlatılırken, 1980ler de ve sonrasında ülkemizin geçirdiği değişimin verilmesi, ‘’Dün ve Ferda’’da, baş kişi eski solcu Ferda ve kocası Özdemir’in yalpalamaları anlatılırken, neoliberalizmin egemenlik kurmasının anlatılması gibi. Romanlarında ve öykülerinde, uzun tarihsel dönemlere dair  çizdiği küçük resimler özlüdür. Bu son romanda süreç daha da uzuyor ve genişliyor, yazarın hayalindeki Baharat ülkesinin tarihinde neredeyse insanlık tarihi dile geliyor:

 " Bir bakıma insanların evreni kocaman bir Baharat Ülkesi'ydi. Zaman zaman beliren umutlu dönemler, amansız bir hastalığın kısa iyileşme sürelerini anımsatıyor, nükseden kriz tedavinin etkilerini silip süpürürken hastalığı daha ileri bir aşamaya taşıyordu.." (s.113)

       Hemen şunu söyleyeyim ki yazardan bir önceki romanı ‘’Dün ve Ferda’’nın - şahsen bir gün bir gecede okuyup bitirmiştim (1)- bir benzerini bekleyenler, ‘’Baharat Ülkesinin Hazin Tarihi’’nde beklediklerini bulamayacaklardır. Kimi okur ise bu kitabı da elinden bırakamayacaktır. Hangi okur? Türkiye’nin ve daha geniş planda dünyanın nereye gittiğini kendine dert edinmiş olan okur. Sadece 260 sayfalık bu kitap ülkemiz dahil vaktiyle ‘’üçüncü dünya’’ adıyla bildiğimiz gelişmekte olan ülkelerin tarihini ve bugün saptıkları çıkmaz sokağı anlatmaktadır. Yazar bu karmaşık tarihin özelliklerini – elbette kendi bakış açısından- veren küçük bir model yaratabilmiştir. Hayali ve aynı zamanda simgesel bir ülkedir Baharat Ülkesi. Türkiye’yi andıran yanı çoktur ama Türkiye değildir; Hindistan’a benzemektedir ama aynı zamanda benzememektedir; kendi başına özgün bir mekandır. Ülkenin kurtarıcısı ve kurucusu Mehta, Atatük’e de Gandi’ye de benzer ama aynı zamanda hiç birine benzemeyen özgün bir kişidir. Yazar bu benzerlikleri kendisiyle yapılan söyleşilerde zaten açıklamıştır (2). Amacı kurtuluş hareketlerinin niçin tam bir kurtuluş getirmediğini irdelemektir. Mustafa Kemal gibi  savaş alanlarında yükselen bir kahramanla, Gandi gibi silahsız mücadeleyi yeğleyen pasif direnişçi (günümüzde ‘’sivil itaatsizlik’’ deniyor) bir başka kahramanı birleştirerek, ikisinin yönteminin de tam bir başarı sağlamadığına işaret etmektedir.

         Erendiz, kendisiyle yapılan söyleşide devrimlere olan inancını dile getirir (2) ama devrimlerin de çıkmazları vardır. Bu kitap o çıkmazları keşfe çıkar. Çıkmazlardan biri Baharat Ülkesinin bağımsızlık ve devrim önderi Mehta tarafından dile getirilir ve insan karakterindeki zaaflarla ilgilidir. Mehta sadık yardımcısı hakkında düşünürken bir iç konuşmada şöyle söyler:

‘’Şiddet, aklın zincirlerini her an kopartabilecek yabanıl bir attı. Şefkatle dizginlenmesi gerekiyordu. Yaveri gibi gençler – ne kadar çok seviyordu bu çocuğu- yürekleri iyi niyetlerle, arı ülkülerle, cesaret ve öfkeyle dopdolu gençler nasıl da farkına bile varmadan, birer zulüm uygulayıcısına dönüşebilirlerdi.’’ (s.68)

         Diğer  sebepler, yazarın bakış açısına göre sosyo-ekonomik ve siyasaldır; toprak ve tarım reformu ile sanayi atılımı için atılan adımların  zücaciye dükkanına filin girmesi gibi yöntemlere başvurulmadan etkili olamayışı, dükkana fil girdikten sonra da zayiatın çok fazla olmasıdır. Metinde  Sovyet ve Çin devrimlerine dair örtük göndermeler vardır. Kapitalist dünyanın kuşatması da bir başka güçlü etmen olarak belirir.

       Erendiz Atasü toplumsalla bireyseli iç içe vermekte  hep başarılı olmuştur. Burada ayni amacı değişik bir yöntemle dener, bir tarih metni gibi akan metin okur farkına varmadan bireysel ilişkilere ve bireylerin iç dünyalarına dönmekte, bireysel ilişkiler anlatılırken gene bir kaymayla tarihin çelişkilerine eğilinmektedir. Bilgilendirici pasajlar ile, ilişkilere ve iç dünyalara ait pasajlar ayrı bölümler halinde değildir. Bu yöntem kitapta her zaman aynı başarıya ulaşamazsa da çoğu kez okuru sürükler. Bilgilendirici pasajların iç monologlarla ve bilinç akımıyla birlikte bulunması alışılmamış ilginç bir tarzdır. Olayların hızlandığı ve bilinç akımının ruh hallerini oya gibi ördüğü son bölüm (s.206-261) romanın en başarılı bölümüdür.

        Erendiz Atasü’nün kitabı muhtemeldir ki siyasal bağlamıyla ve roman kişilerinin tarihi şahsiyetleri çağrıştıran özellikleriyle tartışılacaktır. Oysa, kurtuluşa ve devrime gönül verip baş koyanların hayatlarındaki dram ve çelişkiler çok daha etkileyicidir. Mücadele uğruna kaybettiklerine geri dönüp de bakmaz bu insanlar; yiğit tabiatlıdırlar. Ancak, yitim gene de ordadır. Ülkenin kurtarıcısı Mehta ona çok yakın insanların  kişisel sorunlarından tamamen habersiz olduğunu, ancak hayatının sonuna doğru, aktif görevden çekilmişken fark edecektir. Ülkeden başka hiçbir şeye yer ve zaman kalmamıştır hayatında. Bir insanı, tek bir insanı içi yana yana sevebilmesi artık mümkün değildir (s. 218).

      Roman, tarihteki bir çok gölgeli  gerçeği, içimiz sızlayarak hissedebilmemizi sağlamıştır. Kadınların hep göz ardı edilen katkısı. Toplumsal hareketlerde, kimi kez insanı ilk unutanın en yakın yol arkadaşları olması gibi tarih metinlerinde gölgede kalan bir çok şey, burada açığa çıkmaktadır.  Bağlılık nerede ne zaman ihanete dönüşür?  Yazar, önceki romanı ‘’Dün ve Ferda’’da Ferda’nın ideolojisine ihanet etmesini ama tamamen de kopamamasını, kocasına ihanet etse de gene ona bağlı kalmasını incelemişti.  Burada, bağlılığın içindeki ihaneti, romanın ifadesiyle ‘’ebrunun içinde titreşen renk’’ gibi görmekteyiz.

       Hiç öyleymiş gibi durmasa da bu kitap yazarının en feminist yapıtıdır. Yarattığı devrimci kadın yani Berrak-su unutulmaz bir karakterdir. Baharat Ülkesi yıkılırken, herkes çil yavrusu gibi dağılırken ve kaçarken, bu kadın ülkede kalacak ve yeniden doğuş için çalışacaktır. Hem eylemci hem barışçıdır, silahlı mücadele sırasında hasımlarını gözünü kırpmadan öldürmüştür ve bir yanıyla çok şefkatlidir; çelişkilerine rağmen ve onların sayesinde tamamen inandırıcıdır. Niçin Baharat Ülkesini terk etmez, yabancı olduğu halde. Onun ulusu bütün insanlık olduğu için belki. Sevdiği adamlar yüzünden belki. Bu ülkeye verdiği emeği sevdiği için. Hiç biri ve hepsi yüzünden. İnsanın vatanı doğduğu yer değil, emek verdiği yerdir mi demek istemiştir Erendiz Atasü? Kişisel konuşmamızda, Berrak-su’yu hiçbir somut şahsiyetten ilham almadan yazdığını söylemiş; ama yaşadığı ve tanık olduğu hayatın tümünün özünden biçimlendirdiğini ilave etmiştir; ‘’İçimden doğuverdi’’ demiştir. Kitap insanın içini acıtan bir simgesellikle biter. Devrimin önderleri, devrimin yetiştirdiklerini koruyamamakta, devrimin evlatları ise devrimin babalarının ve analarının değerini layıkıyla  bilememektedirler. Mehta’nın ölümüne ya da kaybolmasına yol açan kişi onun sadık takipçisi ve yaveri olan aynı kişidir. Bu kişinin Mehta’nın mevcudiyetinden haberdar olmadığı oğlu olduğu kitapta ima edilir. Bu bağlantının apaçık kurulmaması ve zarif bir şekilde hissettirilmesi kitabın en başarılı yanlarından biridir.

      Kitap insanı hüzünlendirerek biter; ama bu hüznün içinde Berrak-su gibi insanların direncinden kaynaklanan bir ümit, ebrudaki renk gibi titreşir.

1) Feride Sabuncuoğlu, ‘’Bir Kitabı Elinden Bırakamamak’’, Dünya Kitap, sayı 267, s. 14-15, Ocak 2014

2) Bahar Çuhadar, ‘’Atatürk’le Gandi Arası Bir Karakter’’, Radikal Kitap, sayı 821, s.10, 9 Aralık 2016